“Rekabeti arttıran ve yaratıcı yatırımları çeken düzenlemelere ihtiyacımız var”
Türkiye’nin ekonomik rotası, Türkiye ve dünyada meydana gelen gelişmeler sonucunda şekilleniyor. Bu rotayı kendi tarafımıza çevirmek ve ekonomide istikrarı sağlamak için de her uzmanın belirttiği gibi “yapısal reformlara” ihtiyacımız var. “Türkiye üretken faaliyetler ve yaratıcı yatırımlar için gerekli olan ortamı bir türlü oluşturamadı. Seçimler, reformları sürekli ertelememize neden oluyor” diyen Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Nuri Emrah Aydınonat, Türkiye ekonomisinin hangi yapısal reformlara ihtiyaç duyduğunu, otomotiv sektörünün ekonomi içindeki değerini ve sektörün karşılaştığı zorlukları anlattı.
2014’ün ikinci çeyreğini tamamladık. Bu süre içindeki ekonomik değerleri nasıl tanımlıyorsunuz? Nasıl bir ekonomik tablo sergiledik?
Türkiye, 2014 başında ihracatta yaşanan iyileşmenin ve kamu harcamalarının katkısıyla pek çok kişinin tahmin ettiğinden daha iyi bir büyüme performansı sergiledi. Cari açıkta da kayda değer bir azalma gerçekleşti. Cari açık oranının, ikinci çeyrek sonunda da azalmaya devam etmesi bekleniyor. Öte taraftan, son açıklanan enflasyon verileri, enflasyon hedefinin tutmasının çok zor olduğunu gösteriyor. Ekonominin büyüme performansını sürdürebileceğine dair güçlü sinyaller de yok. Hükümet, biraz da işin doğası gereği, ekonomideki olumlu gelişmeleri vurgulayarak güzel bir tablo çiziyor ama bizim Türkiye ekonomisiyle ilgili temel sorunları gözden kaçırmamamız lazım.
“Üretkenlik için demokratik ve kapsayıcı kurallara ihtiyaç var”
Sizce Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu nedir? Bu sorunu aşmak adına neler yapılabilir?
Türkiye’nin en önemli sorunu, kurumsal yapısındaki bozukluklar. Daha doğru bir ifadeyle sorun, Türkiye’nin kapsayıcı kurumlara değil, dışlayıcı kurumlara sahip olması. Uzun dönemde istikrarlı bir büyüme ve kalkınma isteyen bir ülke için bu kabul edilebilir bir durum değil. Değil, çünkü böyle bir kurumsal yapıyla orta gelir tuzağından çıkıp gelişmiş bir ekonomiye dönüşmemiz mümkün değil.
Türkiye’deki kurumsal yapıyı nasıl görüyorsunuz?
Ekonomiyi, firmalar, bankalar, tüketiciler, kamu kuruluşları gibi iktisadi aktörlerin oynadığı bir oyun olarak düşünelim. Kurumsal yapı bu oyunun kurallarını ifade ediyor. Türkiye’de sorun şu: Hem resmi kurallar (örneğin, yasalar) hem de resmi olmayan kurallar (mesela, ticaret ahlakı, normlar vb.) üretken faaliyetlerin gelişmesi için uygun değil. Daha çok, yeniden dağıtım faaliyetlerine, rant peşinde koşmaya uygun bir kurallar sistemimiz var. Sürekli hukuktan söz ediyoruz ama hukuk sistemi işlemiyor. 10 yıldır anayasanın yenilenmesi lazım diye konuşuyoruz ama hala yenileyemedik. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi konularda dünyanın çok gerisindeyiz. Demokratik dönüşümü tamamlayamadık. Kâğıt üzerindeki demokratik kuralların çoğunu da içselleştiremedik. “Bunların ekonomiyle ne alakası var?” diye sorabilirsiniz. Çok var. Demokratik ve kapsayıcı kurallardan oluşan bir kurumsal yapı, uzun dönemli büyüme ve kalkınma için şart. Çünkü bu kurallar sistemi ekonomi oyununun nasıl oynandığını belirliyor. Oyunun kuralları bozuk olunca, insanlar yaratıcı yatırımlarla, araştırma geliştirmeyle, inovasyonla falan uğraşmak istemiyor. Firmalar, araştırma geliştirme yapmak yerine, rant peşinde koşuyor. Böyle bir ortamı hiç sevmeyen yabancı yatırımcılar ise ülkeye gelip uzun dönemli yatırımlar yapmıyor. Tüm bunlar, Türkiye’nin yaratıcı potansiyelinin ortaya çıkmasını engelliyor. Anlayacağınız, kurumsal yapıdaki sorunlar yüzünden, diğer her şey gibi ekonomi de aksıyor. Ayrıca, not etmek gerekir ki, hukukun üstünlüğünün olmadığı, çoğulcu demokrasinin içselleştirilmediği ülkelerde, nüfusun bir kısmı oyun dışında kalıyor, yani dışlanıyor. Bu da üretken faaliyetlerin yerini yeniden dağıtım faaliyetlerinin almasına neden oluyor.
Gündemdeki tartışmaları izlerken de bunları akılda tutmakta fayda var. Mesela, Başbakan ile Merkez Bankası arasındaki gerilimi düşünün. Enflasyon hedefleri uzun süredir tutturulamıyor. Merkez Bankası’nın temel görevlerinden biri, fiyat istikrarı. Dolayısıyla, faiz politikasını belirlerken enflasyon hedeflerini de göz önünde tutması gerekiyor. Buna rağmen, hatırlarsınız, Merkez Bankası politika faizi, bizzat Ekonomi Bakanı tarafından “tefeci faizi” olarak adlandırıldı. Hükümet kendince büyümeyi hızlandırmak için düşük faiz istiyor. Ancak, ekonomi sadece faizle yatırım arasındaki ilişkiden ibaret değil. Hükümetin sanki öyleymiş gibi Merkez Bankası’na baskı yapması anlaşılır bir şey değil. Eğer ekonomi oyununu gelişmiş ülkelerdeki gibi oynuyor olsaydık, böyle bir tartışmanın hiç yaşanmaması gerekirdi. Kurumsal yapıdaki aksaklıklar, ekonomi yönetiminden market alış-verişine kadar her şeyi etkiliyor.
Özetle, sorun şu: Türkiye üretken faaliyetler ve yaratıcı yatırımlar için gerekli olan ortamı bir türlü oluşturamadı. Seçimler, reformları sürekli ertelememize neden oluyor. Önümüzde genel seçimler var. Görünen o ki Türkiye, reformları (en iyimser tahminle) 2015 sonuna kadar erteleyecek.
“Uzun vadeli düşünmeliyiz”
Kişi başına düşen geliri artırmak için Türkiye ekonomisinde hangi yapısal reformlara ihtiyaç duyuyoruz?
Gelişmiş bir ekonomi olabilmek için gelişmiş bir ülke gibi düşünmeye başlamamız lazım. Kapsayıcı demokratik kurumlara acilen ihtiyaç duyuyoruz. Kurumsal reform bir günde yapılacak bir şey değil. Dolayısıyla, kısa vadeli değil, uzun vadeli düşünmeye başlamamız lazım. Bu uzun vadeli düşünmenin bir parçası da bugüne kadar ihmal ettiğimiz eğitim reformunu yapmak. Dünya ekonomileri büyük bir dönüşüm geçiriyor. Dijital ekonomideki gelişmelere ayak uydurup, gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmek için gerçekten iyi eğitim almış bir nüfusa ihtiyacımız var. Bugüne kadar eğitim reformundan anladığımız şey, okullaşma oranını arttırmak oldu. Bu önemliydi ama yeterli değil. Sorgulama ve araştırma yetilerini yok eden mevcut ezberci eğitim sistemiyle, gelişmiş bir ülke olmamız sadece bir hayalden ibaret.
Orta ve uzun vadeli süreçte kişi başına gelirin seyri için beklentileriniz nelerdir? 2023 için 25 bin dolar kişi başına gelire ulaşma hedefinin mümkün olacağını düşünüyor musunuz?
Kişi başına 25 bin dolar gelir hedefi, anlamlı bir hedef. Bugünkü verilere bakınca bu hedefe 2023’te ulaşmamızın zor olduğunu söylemeliyim. Ama 2023’te bu hedefe ulaşıp ulaşamayacağımız değil, bu hedefe ulaşmak için gerekenleri yapıp yapmadığımız önemli. Şu anda gerekenleri yaptığımız söylenemez.
“Belirsizlik ve riskler otomotiv sektörünü etkiliyor”
Otomotiv sektörü, ekonominin lokomotifi olarak tanımlanıyor. Siz sektör hakkında ne düşünüyorsunuz?
Otomotiv gerçekten önemli bir sektör. Türkiye’de otomotiv sektörünün gelişmesi için uygun bir ortamın olmadığını düşünüyorum. Hükümet yetkilileri sık sık yerli otomobil hayallerini dile getiriyorlar ama yerli ve yabancı firmaların, geleceğin otomobillerini Türkiye’de üretmek için yatırım yapmasına uygun bir ortam hazırladıkları söylenemez. Örneğin, Türkiye’ye 2015’te yatırım yapmak isteyen bir firma, tüm planlarını ve hazırlıklarını yaptıktan sonra ani ve habersiz bir vergi düzenlemesiyle veya kredi koşullarını değiştiren bir düzenlemeyle karşı karşıya kalabilir. Özetle, kurumsal yapının yarattığı belirsizlik ve riskler otomotiv sektörü için de önemli.
“Rekabette üstünlük teknolojik ilerlemeye geçti”
Otomotiv sektörünün ekonomik büyümede daha fazla rol alması için neler yapılabilir? Bu noktada devlete ve sektöre ne gibi görevler düşüyor.
Bence devletin de sektördeki firmaların da şunu sorması gerekiyor: Yenilikçi firmaların, mesela Tesla Motors’un, Türkiye’de üretim yapmak isteyeceği bir yatırım ortamına sahip miyiz, değil miyiz? Değiliz ve bunun değişmesi gerekiyor. Belki, mevcut düzenlemeler, sektördeki bazı firmaların ortalamanın üstünde kar etmesine olanak sağlıyor olabilir. Bu sebeple, şu anda hayatından memnun olan sektör temsilcileri olabilir. Ama uzun dönemli düşünmek lazım. Rekabeti arttıran ve yaratıcı yatırımları çeken düzenlemelere ihtiyacımız var. Dijital teknolojinin, ucuz işgücünün sağladığı avantajları ortadan kaldırabileceğini de göz önüne alırsak, rekabetin ve teknolojik ilerlemenin önemini daha iyi anlayabiliriz.