Dünyanın ve Türkiye’nin Ekonomik Seyir Defteri Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Global ekonominin geleceği nereye gidiyor?

Türkiye ekonomisi; global kriz, AB krizi, Gezi Olayları ve savaş tehditleri gibi birçok gündem maddesiyle şekillenmeye başladı. Geçtiğimiz yıllara göre bu yıl “belirsizliğin” hakim olduğu bir Türkiye portresi ile karşı karşıyayız. Peki, Türkiye önümüzdeki son çeyreği nasıl tamamlayacak? Dünya ekonomileri bu sürede nasıl bir değişime uğrayacak? Bu soruları ekonomistlere sorduk ve geleceği dair öngörülerini bizlerle paylaşmalarını istedik.

Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Bölüm Başkanı ve Akşam Gazetesi Yazarı Doç. Dr. Deniz Gökçe

Büyüme ve FED sonrası

Türkiye'nin 2013 Eylül ayına girdiğinde önünde iki tane çok önemli tarih vardı: 10 Eylül'de 2013 ikinci çeyrek reel büyümesi ilan edilecekti. Bu iç ekonomi açısından çok önemliydi. Çünkü Türkiye 2012'de cari denge açığı GSYİH oranı olarak yüzde 10 civarına yükseldikten sonra, 2012 bütününde fren yaparak büyümeyi yüzde 3 civarına düşürmeyi ve cari denge açığını kontrol etmeyi hedeflemişti. Ama aşırı fren sonrası ekonomi, 2012'yi yüzde 2.2 büyüme ile kapatmıştı. 2012 sonunda ise Türkiye yeniden büyümeye başladı. 2013 başında daha da kuvvetlenen büyüme ise ülke içinde gezi gerilimi, ülke dışında Suriye sorunu ve de en son Mayıs ayında da FED'in likidite daraltması korkusu ile teklemeye başlamıştı. Bu nedenle 10 Eylül'deki büyüme verisi heyecanla bekleniyordu.

Diğer taraftan da 18 Eylül, FED'in likidite azaltmaya başlayıp başlamayacağı kararını alacağı tarihti. Likidite konusunda adım atılırsa Türk parası aynen Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika, Meksika ve birçok diğer gelişen ülke gibi sermaye çıkışı nedeni ile değer kaybetmeye devam edecekti. Bu da faizlerin yükselmesi, enflasyonun artması, büyümenin de darbe alması gibi sonuçlar üretebilirdi, hatta sermaye çıkışı kuvvetli olduğu takdirde ülkeler döviz krizine girebilirlerdi.

FED'in stratejisi

10 Eylül'de ilan edilen büyüme verilerinde 2013 ikinci çeyrek büyümesi yüzde 4.4 olarak gerçekleşti. Böylece Türkiye'nin 2013 yıllık büyümesinin, yüzde 3 oranının üstünde gerçekleşmesi büyük olasılık haline geldi.

Diğer taraftan da 18 Eylül'de FED, sorunları devam eden Avrupa ve gelişen ülkelere şimdilik büyük destek verecek ve ABD büyümesini de kuvvetlendirecek bir karar aldı. FED, şu andaki “hiçbir şey yapmama” stratejisini devam ettirme kararını almıştı. FED'in pasiflik kararı almasında en son verilere göre 2013 ve 2014 büyüme tahminlerinin düşünülenden daha düşük gelmesi büyük rol oynuyordu.

“Türkiye ekonomisi, yüzde 3.5 civarında büyüyecek”

FED başlangıçta iki kriter koymuştu: İşsizlik oranı yüzde 6.5 ve enflasyon oranı yüzde 2.0 - 2.5 düzeyine geldikten sonra likidite ortadan kaldırılacaktı. Özellikle 2014 başında işsizlik oranı bugünkü yüzde 7.3 oranından yüzde 7 düzeyine gelince QE denen tahvil alımı durdurulmaya başlanacak ve 2015 başında da işsizlik oranı yüzde 6-6.5 düzeyine gelince de esas likidite stoğu geri çekilebilir hale gelecekti. Piyasa, likidite daraltmanın derhal başlayacağı gibi kanıya sahip olmuştu. Ama yeni büyüme ve işsizlik verilerinin beklenenden kötü gelmesi, FED'in politika değiştirmemesini getirdi. Böylece Avrupa ve gelişen ülkeler en azından 3-6 ay arasında bir zaman kazanmış oluyorlardı. Bu da başta kobiler olmak üzere tüm kur riski taşıyan Türk reel sektör kurumlarının kur riskini azaltmak için zaman kazanması anlamına geliyordu.

Tabii FED bir gün likiditeyi geri çekecek, bu nedenle tüm gelişen ülkeler reel sektör kurum ve insanları kur riskinden kurtulmak için acilen önlem almak zorundalar.

İkinci çeyrek büyümesinin kuvvetli gelmesi sonrası ve FED'in Aralık sonuna kadar likidite konusunda bir değişiklik yapmayacağı varsayımı altında, Türkiye ekonomisinin yüzde 3.5 civarında bir büyüme oranı ile bitirmesi; kur ve faiz açısından daha sakin bir ortam gündeme gelmesi çok kuvvetli bir olasılık haline geldi demek yanlış olmaz. Türkiye cari denge açığını da yüzde 6.5-7 arasında bir GSYİH oranı ile kapatacak ve bütçe açığı /GSYİH oranı da planlanan şekilde yüzde 2 civarında bitirecek gibi gözüküyor.

Okan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Taner Berksoy

“Türkiye ekonomisinin performansı düşmeye başladı”

2013'te Türkiye ekonomisinin performansında düşüş olduğu söylenebilir. Bunun dışarıda ve içeride oluşan nedenleri var. Dışarıdan gelen etki ABD Merkez Bankasının (FED) uzun süredir devam ettirdiği bol para-düşük faiz politikasını sıkılaştırma isteğinden kaynaklanıyor. İçeride oluşan etken ise bir yandan dış kaynak ihtiyacının büyüklüğü bir yandan da beklentilerin bozulması ve risk algısının artmasıyla bağlantılı.

Para rejiminin değişmesi, ekonomik performansı etkiliyor

FED'in önümüzdeki dönemde göreli bir parasal sıkılaştırmaya gideceğini ilan etmesi dünya ekonomisinde para rejiminin değişeceği anlamına geliyor. Para rejiminin değişecek olması önümüzdeki dönemde uluslararası fon hacminin daralacağına ve fon maliyetlerinin yükseleceğine işaret ediyor. Bu gelişme kuşkusuz bütün ülkeleri etkileyecek. Ancak kaynak kullanımı ulusal kaynak hacminin üstünde olan yani dış kaynak kullanma zorunluluğu olan ülkelerde bu etki daha yoğun olacak. Türkiye, büyümesini önemli ölçüde dış kaynak kullanımı ile sürdüren bir ülke. Bu nedenle dışarıdaki para rejimi değişmesinden ciddi ölçüde etkileniyor ve etkilenmeye devam edecek. Performans düşmesinin en önemli nedeni de bu.

Küresel ölçekte likiditenin daralacak, fon maliyetinin yükselecek olması uluslararası sermaye akışının yeniden yönlenmesine yol açacak. Uluslararası fonların yeniden dağılımında ülkelerin ulusal riskleri etkili olacak. Yani iç etkenler, dışarıdaki gelişmelerden ne kadar etkilenileceğini belirlemede temel kıstas olacak. Türkiye ekonomisi dış açığının büyük olması nedeniyle zaten riski yüksek ülke olarak algılanıyor. Şimdi bu açığın finansmanı daha da zorlaşıp, pahalılaşacağına göre risk algısı daha da artacak. Türkiye ekonomisinin temel riskini de bu oluşturuyor. Ancak, içeride gelişen “Gezi Olayları” ve dışarıda oluşan Suriye'de çatışma olasılığının yarattığı ek risk algısını da buna eklemek gerekiyor. Oluşan bu ortamda sermaye girişleri yavaşlarken içeriden fon çıkışı da olmaya başladı. Sonuçta Türkiye ekonomisi sonbahara yüksek kur, yüksek faiz ve yavaşlayan büyüme hızıyla girdi.

“Dünya ekonomisinde eksen değişecek”

Küresel piyasalardaki çalkalanma bir süre daha devam edecek. Bu durum gelişmelerin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin de bir süre daha devam edeceği anlamına geliyor. Bu arada dünya ekonomisinde de bir eksen değiştirmenin devreye gireceği anlaşılıyor. Küresel krizden çıkış sürecinde dünya ekonomisini sürükleme işlevini yerine getiren gelişmekte olan ülkeler yukarıda değindiğim nedenlerle yavaşlayacak ve bu işlevlerini yitirecekler. Buna karşılık kriz sonrasında bir türlü toparlanamayan gelişmiş ülkelerde büyüme hızlanmaya başladı. Dolayısıyla önümüzdeki yıl dünya ekonomisinde motor işlevini başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin göreceği söylenebilir. Bu gelişmenin Türkiye ekonomisine etkisi kuşkusuz olumlu olur. İçeride ve dışarıda oluşan olumsuz etkilerin kısmen telafisine katkı yapar diye düşünüyorum.

Yaşar Üniversitesi Ekonomi Bölümü Dekanı Prof. Dr. Erinç Yeldan

2013, “deneme-yanılmanın” yılı olacak

“2013 yılı bir yap – boz yılı olacak...” IMF İcra Direktörü Christine Lagarde Dünya Ekonomi Forumu yıllık toplantısında 2013'ü bu şekilde tasvir etmişti. IMF Direktörü'nün vurguladığı “yap – boz” kavramı 2013'ün deneme-yanılmayla geçeceğini hatırlatıyor. 2013 yeni arayışların, yeni politikaların, yeni kurumların (yani yeni “yap'ların”) geliştirilmesi yanında, eski dogmaların, eski kurumların, eski fetişlerin (yani boz'ların) birlikte yaşandığı bir yıl olacak.

Bir bütün olarak ele alındığında IMF, 2013 ve 2014'te dünya ekonomisinin yüzde 3.2 ve yüzde 4 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. Raporun 2013'e ilişkin mevcut öngörüleri, IMF'nin yılbaşında yayımlanan tahminlerine görece kabaca yüzde 0.2 puan düşürülmüş durumda. Bu da, özellikle gelişmiş Batı ekonomilerinde etkisini sürdürmekte olan büyük durgunluğun yakın bir gelecekte daha henüz aşılamamış olacağı konusundaki endişeleri güçlendiriyor. IMF'ye göre gelişmiş ülkelerin hükümetleri küresel ekonomideki iki büyük tehdidi aşmış durumdalar: Euro bölgesinin dağılması ve Amerikan ekonomisinde mali uçurum diye anılan aşırı daraltıcı mali politikaların uygulanma riski.

2013'ün ilk yarısında Türkiye ekonomisinin görünümü

Türkiye ekonomisi 2012'nin üçüncü çeyreğinden bu yana belirgin bir şekilde yavaşlama eğilimine girdi. “İniş” bekleniyordu. İnişin yumuşak değil bayağı sertçe gerçekleşmesi, 2013'ün tamamına yönelik yüzde 4 büyüme hedefinin gerçekleşmesinin zor olacağını gösterdi. Ancak, Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarındaki konjonktürel dalgalanmalar kadar, büyüme patikasının niteliği ve kalitesi sorularının 2013'ün makroekonomik gündeminde iz bırakacağını düşünüyorum. Türkiye ekonomisi yılın ilk yarısında toplam yüzde 3.7 büyüme gösterdi. İkinci çeyrekteki yüzde 4.4'lük büyüme durgunluktan çıkış için umut veriyor. Ancak söz konusu büyümenin yarısının stoklara yapılan ilavelerden kaynaklandığını görüyoruz. Büyümeye yüzde 2.2'lik katkısıyla stok “yatırımları”, üretilmiş olan ancak satılmamış bir mal fazlasının varlığına işaret ediyor. Özel sektörden kaynaklanan talep eksikliği kamu harcamalarıyla telafi edilmiş gözüküyor. Kamunun tüketim ve yatırım harcamalarıyla ivmelendirilmeye çalışılan ulusal ekonomide, uzun dönemde bütçe dengelerinin zorlanacağı ve dolayısıyla enflasyonist bir baskı yaratarak ekonomiyi bir krize sürükleyebileceği endişesi hemen tüm ekonomi yorumcuları tarafından paylaşılan bir öngörü.

Türkiye ekonomisinin geleceğine ilişkin öngörüler

IMF uzmanlarının ulusal ekonomiye ilişkin büyüme tahminlerinin 2015'e kadar yüzde 4'ün altında olacağını; 2018'e değin yüzde 4.47 düzeyinde gerçekleşmesini beklediklerini gözlemliyoruz. Dolayısıyla, IMF, Türkiye ekonomisinin Orta Vadeli Program metninde geçen ve yüzde 4'den başlayarak yüzde 5'in üzerine çıkacağını varsayan büyüme beklentilerini gerçekçi bulmadığını anlıyoruz. Milli gelire oran olarak toplam yurt içi tasarrufların yüzde 14, yatırımların ise yüzde 22 civarında gerçekleşeceği ve dolayısıyla cari işlemler açıklarının 2013'te 58 milyar dolardan, 2018'de 104 milyar dolara değin yükseleceği öngörülüyor. Söz konusu rakam milli gelirin yüzde 8.5'ine değin yükseliyor. Yani, Türkiye'nin 2000'li yıllara görece, önümüzdeki 10 yılda daha düşük büyüme hızlarında daha yüksek cari işlemler açığı vereceği anlaşılıyor. Söz konusu cari işlemler açığının nasıl finanse edileceği çok açık olmasa da, bu açıkların yaratacağı istihdam kayıplarının Türkiye işgücü piyasalarında işsizliğin artık yüzde 9.5 düzeyinde direnç göstereceğinin kabullenildiğini görüyoruz.

Fırsatlar

Bütün bu olumsuz sinyaller yanında 2012 Türkiye'si için önemli bir fırsatın doğmakta olduğunu gözlemliyoruz. 2012, Türkiye'nin reel faiz yükünün neredeyse sıfırlandığı bir dönemin başlangıcı oldu. Türkiye pozitif ve yüksek oranlı faiz oranıyla 1980 sonrasında tanışmıştı. Bankerler faciası; 1994 ve 2001 krizleri faiz oranlarının rekor düzeylere fırladığı ve para politikasının işlevini yitirdiği dönemleri ayırt etmekteydi. Bütün 1990'lı yıllar yüksek faiz oranlarıyla geçildikten sonra 2001 krizi sonrasında reel faizler yüzde 15 bandına geriledi; ancak bu oran uluslararası piyasalara görece hala çok yüksek bir düzeyi temsil etmekteydi. Türkiye 1990 sonrasında sermaye hareketlerinde yaşanan bolluğu iyi idare edememiş ve döviz kurundaki aşırı ucuzlamanın yarattığı çarpıklıkları aşamamıştı. Şimdi kredi maiyetlerinin reel olarak sıfırlandığı bir konjonktürün “doğru” idare edilmesi ve gelirlerin ithal tüketime değil; sabit sermaye yatırımlarına yöneltilmesi 2013'ün en ciddi makro ekonomi politikası olarak karşımızda duruyor.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next