Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu

2025’TE KÜRESEL REKABET VE JEOPOLİTİK RİSKLER EKONOMİYİ ŞEKİLLENDİRECEK
2025 YILINDA KÜRESEL EKONOMİNİN, TEKNOLOJİ REKABETİ, JEOPOLİTİK GELİŞMELER VE DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜN ETKİSİ ALTINDA OLACAĞINI SÖYLEYEN İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ EKONOMİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ERHAN ASLANOĞLU, “TÜRKİYE’NİN BU SÜREÇTE NASIL BİR STRATEJİ İZLEYECEĞİ, EKONOMİK İSTİKRARI VE REKABET GÜCÜNÜ BELİRLEYEN EN ÖNEMLİ UNSURLAR ARASINDA YER ALACAK” DİYOR.
Geride bıraktığımız 2024 yılı Türkiye ve dünya ekonomileri bakımından nasıl bir yıl olacak?
2025 yılında dünya ekonomisinin geçen yıla benzer şekilde yüzde 3 civarında büyümesi bekleniyor. Ancak ülkeler arasında ekonomik büyüme açısından yakınsama yerine ayrışma daha ön plana çıkacak. Amerika ve Hindistan gibi hızlı büyüyen ülkeler bir tarafta yer alırken, Avrupa ve Çin gibi daha yavaş büyüyenler diğer tarafta olacak. Bu farklı büyüme patikaları, küresel ekonomide bölgeselleşme eğilimini güçlendirebilir. Özellikle 2025 yılında daha korumacı politikalar öne çıkacak. Trump yönetiminin olası hamleleri dünya ticaretinde yeni dengeler yaratabilir. Yılın ikinci yarısından itibaren küresel büyüme üzerinde baskı artabilir ve 2026’ya doğru küresel ekonomide yavaşlama sinyalleri daha belirgin hale gelebilir.
2025 yılında ekonomi gündeminde öne çıkacak konular neler olacak?
2025 yılında küresel ekonomi açısından belirleyici olacak en önemli konuların başında teknoloji rekabeti, para birimleri üzerindeki güç mücadelesi ve jeopolitik riskler geliyor. Amerika ile Çin arasındaki teknoloji yarışı, sadece iki ülke arasındaki bir mücadele olmanın ötesine geçerek tüm dünyayı etkileyecek. Yapay zekâ, yarı iletkenler, ileri üretim teknolojileri ve dijital dönüşüm gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, küresel tedarik zincirleri ve yatırım kararları üzerinde önemli bir rol oynayacak. Türkiye’nin bu değişim sürecinde nasıl bir pozisyon alacağı, ekonomik rekabet gücünü belirleyen unsurlardan biri olacak.
Bununla birlikte, Amerika ve Çin arasındaki hegemonya mücadelesinin bir diğer önemli alanı para birimleri üzerinden şekillenecek. Küresel ticarette doların hâkimiyeti devam ederken, Çin’in dijital Yuan’ı devreye sokarak yeni bir finansal sistem oluşturma çabaları ön plana çıkıyor. Önümüzdeki yıllarda dijital para savaşlarının hız kazanması ve bunun finans piyasaları ile uluslararası ticarette belirleyici bir faktör haline gelmesi muhtemel. Türkiye gibi ülkeler için bu sürece hazırlıklı olmak büyük önem taşıyor. Jeopolitik riskler ve siber güvenlik konuları da 2025’te ekonomi üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacak. Özellikle bölgesel çatışmalar, ekonomik yaptırımlar ve büyük ölçekli siber saldırılar, finansal sistemler ve tedarik zincirleri üzerinde ciddi dalgalanmalara yol açabilir. Bu nedenle, hem devletlerin hem de özel sektörün bu tür gelişmelere karşı hazırlıklı olması gerekecek.
2025 yılı genel olarak ekonomi dışı faktörlerin ekonomiye yön vereceği bir yıl olacak. Temel ekonomik dinamiklerde büyük bir bozulma beklenmese de, jeopolitik gerilimler, ticaret savaşları ve dijital dönüşüm gibi unsurların ekonomilere olan etkisi belirleyici olacak. Bu nedenle, şirketlerin ve ülkelerin küresel riskleri iyi yönetmesi ve hızlı adaptasyon sağlayabilmesi giderek daha fazla önem kazanacak.

2025 yılında küresel enflasyon nasıl şekillenecek?
Genel olarak dünyada büyük bir enflasyon sorunu beklenmiyor. Eğer büyük şoklar yaşanmazsa, gelişmiş ülkelerde enflasyon yüzde 2 hedeflerine yakın seyredebilir. ABD’nin enflasyonunun yüzde 3 civarında kalacağı tahmin ediliyor. Bununla birlikte, son dönemde yapay zekâ alanındaki gelişmelerin küresel üretkenlik artışını destekleyerek enflasyon düşüşüne katkı sağlayabileceği öngörülüyor. Ancak küresel ekonomide risk oluşturan en önemli faktörler arasında jeopolitik gelişmeler, savaşlar ve pandemiler yer alıyor. Bu tür dışsal şoklar, hem büyüme hem de enflasyon üzerinde belirleyici olabilir. Özellikle enerji ve hammadde fiyatları bu tür olaylara karşı hassasiyetini sürdürecektir.
Trump’ın açıklamaları ve politikaları Türkiye ekonomisinde nasıl bir karşılık bulacak?
ABD’nin yeni yönetiminin Türkiye ekonomisine doğrudan etkisinin sınırlı olması beklenirken, Avrupa ve Orta Doğu’daki gelişmeler Türkiye’yi dolaylı yoldan etkileyebilir. Trump yönetiminin Avrupa’ya karşı daha korumacı bir ticaret politikası benimsemesi, Avrupa ekonomisinin yavaşlamasına neden olabilir. Bu durum, Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa’dan gelen talebi azaltarak Türkiye ekonomisine dolaylı olarak zarar verebilir. Orta Doğu’daki gelişmeler de Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Trump yönetiminin bölgede barışı sağlamaya yönelik adımlar atması, Türkiye’ye olumlu katkılar sunabilir. Ancak aksi bir senaryoda, yani bölgesel gerilimlerin artması halinde Türkiye, bu süreçten en fazla etkilenen ülkelerden biri olabilir.
2025’te Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme, enflasyon, dış ticaret ve döviz kuru beklentileriniz nelerdir?
Türkiye’nin 2025 yılında yüzde 2,5 - 3 arasında büyüme kaydetmesi, enflasyonun ise yüzde 35 bandında seyretmesi bekleniyor. Merkez Bankası’nın politika faizinin de enflasyon seviyesine yakın yüzde 35 - 40 aralığında olacağı tahmin ediliyor. Döviz kurları konusunda kontrol tamamen Merkez Bankası’nda olacak. Türk Lirası’nın reel olarak değerlenmesini destekleyen bir politika izlenmesi bekleniyor. Ancak TL’nin mevcut seviyesini koruması daha olası görünüyor. Daha fazla değerlenme yerine, mevcut dengelerin sürdüğü bir kur politikası benimsenebilir. Ortalama enflasyonun yüzde 30 seviyelerinde gerçekleşmesi öngörülüyor. Döviz kurunun da yıl boyunca buna paralel bir seyir izlemesi muhtemel. Ancak dövizde zamanlamayı kestirmek zor; Merkez Bankası’nın uygulayacağı stratejilere bağlı olarak farklı senaryolar ortaya çıkabilir.
Türkiye’de gelir eşitsizliği ve enflasyon ilişkisi nasıl şekillenecek?
Gelir dağılımını bozan en önemli faktörlerin başında yüksek enflasyon geliyor. Türkiye’de son yıllarda artan enflasyon, gelir eşitsizliğinin derinleşmesine neden oldu. Enflasyon düşürülmeden gelir dağılımında kalıcı bir iyileşme sağlamak mümkün değil. Kısa vadede, düşük gelir gruplarını desteklemek adına vergi dilimlerinde düzenlemeler yapılabilir ve sosyal destek mekanizmaları güçlendirilebilir. Ancak uzun vadede çözüm, yapısal reformlarla mümkün olabilir. Eğitim, sağlık, hukuk, kurumsallaşma ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele gibi alanlarda kapsamlı adımlar atılmadıkça gelir dağılımındaki bozulma devam edecektir.

Ekonomik politikalar ve stratejiler nasıl belirlenmeli? Orta vadeli planlar neler olmalı?
Türkiye ekonomisinin sürdürülebilir büyüme ve düşük enflasyon hedeflerine ulaşabilmesi için makroekonomik istikrar büyük önem taşıyor. Bu noktada para ve maliye politikaları temel belirleyiciler arasında yer alıyor. Ancak, Türkiye’nin maliye politikasını yeterince güçlü bir şekilde uygulayamadığı görülüyor. Para politikası ise belli ölçüde etkinliğini koruyor. Bununla birlikte, yalnızca makro politikalar yeterli değil; yapısal reformlar da büyük önem taşıyor. Türkiye’nin ekonomik sorunlarının temel nedenlerine odaklanarak eğitim, sağlık, hukuk, kamu ihale yasaları, kurumsal bağımsızlık gibi alanlarda önemli adımlar atması gerekiyor. Ayrıca, Türkiye’nin tarım, gıda ve teknoloji alanlarında piyasa mekanizmasının ötesine geçerek daha planlı bir yaklaşımla hareket etmesi şart. Özellikle sanayi ve tarım politikalarında uzun vadeli stratejiler geliştirilerek üretim süreçleri daha verimli hale getirilmeli.
Türkiye otomotiv sektörü hakkında beklentileriniz neler?
Türkiye, otomotiv sektöründe güçlü bir üretim altyapısına, deneyimli iş gücüne ve sanayi birikimine sahip bir ülke. Bu sektördeki mevcut avantajlarını daha iyi değerlendirmesi ve küresel rekabet gücünü artırması gerekiyor. Türkiye, doğrudan yabancı yatırımlar açısından önemli bir üretim merkezi olma potansiyeline sahip. Özellikle Orta Doğu ve Doğu Avrupa bölgelerindeki stratejik konumu, Türkiye’yi uluslararası otomotiv yatırımları açısından cazip kılıyor. Ancak, bu potansiyeli tam anlamıyla değerlendirebilmek için ekonomik belirsizliklerin azaltılması, enflasyonun kontrol altına alınması ve yatırım ortamının iyileştirilmesi gerekiyor.
Önümüzdeki yıllarda otomotiv sektörü, elektrikli araçlar ve yeni nesil teknolojilere hızla adapte olmayı gerektiriyor. Türkiye’nin bu süreçte küresel otomotiv üretim tedarik zincirinin güçlü bir parçası olması büyük bir fırsat yaratabilir. Sadece nihai araç üretmek yerine, elektrikli ve hidrojen yakıtlı araçlar gibi yeni nesil teknolojilerin kritik parçalarının üretiminde önemli bir oyuncu olmak, Türkiye’nin rekabet avantajını artırabilir. Ancak, yüksek enflasyon, artan maliyetler ve yatırım ortamındaki belirsizlikler, Türkiye’nin küresel otomotiv sektöründeki konumunu zorlayabilir. Birçok ülke, yabancı yatırımcıları çekmek için cazip teşvikler sunarken, Türkiye’nin de yatırım çekebilmek adına daha rekabetçi bir ortam oluşturması gerekiyor. Aksi takdirde, küresel otomotiv üretim yatırımları daha stabil ve düşük maliyetli ülkelere kayabilir.
Sonuç olarak, Türkiye otomotiv sektöründe önemli bir güç olmaya devam edebilir, ancak bunun için rekabetçiliği artıran stratejik hamleler yapması ve ekonomik istikrarı sağlaması şart.