Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu
ENFLASYONLA MÜCADELEDE GENİŞ KAPSAMLI POLİTİKALARA İHTİYAÇ VAR
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. SADİ UZUNOĞLU, TÜRKİYE VE DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GÜNCEL GELİŞMELERİ DEĞERLENDİRİRKEN, KÜRESEL ENFLASYONLA MÜCADELE, PARA POLİTİKALARI VE TÜRKİYE’NİN EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ HAKKINDA ÖNEMLİ TESPİTLERDE BULUNUYOR.
İçinde bulunduğumuz ekonomik görünümü değerlendirir misiniz? Türkiye’nin enflasyonla mücadele stratejileri yeterli mi?
Küresel düzeyde enflasyonla mücadele için başta gelişmiş ülke merkez bankaları faiz yükselterek ve sıkı para politikası uygulayarak; Covid-19 ve tedarik zincirlerinin aksamasından kaynaklanan ve aynı zamanda Rusya-Ukrayna savaşından kaynaklı enflasyonist baskıya karşı mücadelelerini yükselttiler. Sonuçta gelişmiş ülkeler yüzde 2 olarak hedefledikleri enflasyon oranına oldukça yaklaşmış görünüyor. ABD’de enflasyon oranı yüzde 2.40, Euro bölgesinde yüzde 1.80’lere kadar düştü. Gelişmekte olan ekonomilerde de benzer süreçler takip edildi. Genelde sıkı para politikalarıyla talebin gerilemesi enerji ve emtia fiyatları üzerindeki baskıyı da azalttı. Ancak enerji ve emtia fiyatları küresel düzeyde enerji ve emtia üreticilerinin işbirliklerini geliştirmeleri sonucu daha önceki sıkılaşma dönemlerine kıyasla yüksek kalmaya devam etti.
Birçok ülkede uygulanan sıkı para politikaları ekonomik daralma sorununu da beraberinde getirdi. Örneğin Avrupa Bölgesinde büyüme 0.2’ye kadar gerilerken AB’nin kaptan gemisi Almanya’da küçülme yaşanmaya başladı. AB’nin genelde durgunlukla karşı karşıya kalması, ABD’de ileride ortaya çıkabilecek olası durgunluk senaryoları merkez bankalarını faiz düşürmeye yöneltti.
Küresel ölçekte yaşanan jeopolitik riskler gıda ve enerji güvenliğini tehdit ederken büyüme ve dünya ticaret hacminin gelişmesi konusunda belirsizlikleri artırmaya devam ediyor. Tek kutuplu dünyadan yeniden çok kutuplu dünya düzenine geçilmesi sermaye akışlarını yeniden dizayn ediyor. Korumacılık önlemleri her yerde yeniden artarken, Çin menşeli mallara yönelik gümrük duvarları yeniden inşa edilirken ticaret savaşları kendisini belirgin hale getiriyor. Sermaye artık kar peşinde koşma yerine politik olarak etkinlik artırmaya yönelik hareket ediyor.
Hiç kuşkusuz bu trendler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Özellikle AB bölgesindeki durgunluk bu bölgeye yaptığımız ihracatı olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor. Sermaye girişlerinde ise doğrudan yatırım yerine sıcak para olarak adlandırılan portföy yatırımları ön plana çıkıyor. Sabırlı sermaye yerine hızla hareket eden sermaye girişleri önümüzdeki dönem için belirsizlikleri de artırıyor.
Türkiye ekonomisi uzun süredir yüksek enflasyon platosunda devam ediyor. Rasyonel politikalara dönüş adı altında sadece yüksek faiz ve kredi sınırlamasına dayalı para politikası uygulanıyor. Maliye politikası, gelirler politikası ve toplumsal uzlaşmaya dayalı mücadele ise şimdilik enflasyonla mücadelenin dışında tutuluyor. Para politikası ise enflasyon oranının üzerinde TL faizi ve enflasyon oranının altında da kur artışı biçiminde özetlenebilecek bir temele oturtulmuş bulunuyor. Maliyet artışlarının altında kontrollü kur politikası ihracat açısından olumsuz ithalat açısından ise oldukça olumlu bir ortamın doğmasına yol açıyor.
Ekonomik istikrar için atılan adımlar, özellikle düşük ve orta gelirli kesimi daha olumsuz etkiliyor. Bu noktada nasıl bir yol izlenmeli?
Enflasyonun geniş kesimlerin satın alma gücünü erittiği biliniyor. Gelir dağılımı bozulurken, gelirler üzerinden değil daha çok harcamalar üzerinden alınan bir vergi politikası dengeleri daha da bozucu etki yaratıyor. Vergilerin yaklaşık yüzde 70’i dolaylı vergilerden sağlanıyor. Yüksek gelirli ile düşük gelirli neredeyse aynı vergiyi ödüyor.
Dolaylı vergilere dayalı vergi politikası aynı zamanda maliyetleri de artırıcı etki yapıyor. Kayıt dışı ekonomiyi minimize edecek kartla harcama destekleneceğine 100 bin TL’yi açan limitli kartlardan 750 TL alınacağına ilişkin tartışmalar birçok kart sahibinin limitlerini düşürmesine yol açıyor. Bu tür tartışmaların zaten var olan belirsizliği daha da artırdığı bilinirken kamunun kaynak arayışının birçok haksız uygulamaya yol açabileceği göz ardı ediliyor.
Merkez Bankası’nın faiz politikalarının mevcut ekonomik durumu üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pozitif reel faiz uygulaması ve kredi kısıtları enflasyonist ortamda işletmelerin kredi gereksinimlerini artırıp sermaye erozyonu yaratırken sanayi ve tarım kesimi hızla durgunluğa doğru sürükleniyor. İşletmelerin konkordato taleplerinde ciddi artışlar yaşanırken, kredilerde takip oranları da artıyor. Bu da sadece faiz yükselterek ve kredi kısarak enflasyonla mücadelenin yeterli olamayacağını ortaya koyuyor. Sadece talebin kontrolüne yönelik olarak atılan adımlar yetersiz kalıyor. Enflasyon ortamında kazanan “en yüksek gelirli kesimin” harcamalarını kontrol etmek yüksek faiz ve kredi kısıtlaması ile mümkün olmuyor. Ara malı ithalatının hızla gerilerken tüketim malı ithalatının artmaya devam etmesi de bunu kanıtlıyor.
Enflasyonun temel nedeni talep yetersizliği değil arz kanallarında yaşanan tıkanıklar ve aksaklıklar. Rekabetin olmadığı ve/veya işlemediği sektörlerde özellikle de hizmet sektörlerinde fiyatlar artmaya devam ediyor. Örneğin mal fiyatları yüzde 40’lar seviyesinde artarken hizmet sektörü fiyat artışları yıllık yüzde 70’lere ulaşıyor. Mal piyasaları ucuz ithalat ile göreceli olarak rekabet etmek zorunda kalırken ithalatı mümkün olmayan hizmet sektörlerinde rekabette ağır aksaklıklar yaşanıyor. Tekelleşme eğilimleri keyfi fiyat artışlarının da destekliyor. Sanayi, tarım ve hayvancılık yetersiz üretim nedeniyle büyük ölçüde ölçek ekonomisini kaybediyor yani daha yüksek maliyetlerle üretim yapmak zorunda kalıyor.
Enflasyon beklentilerinin kesimler arasında farklılaşması ve bu konuda bir toplumsal uzlaşma sağlanamaması da büyük bir sorun. Finansal piyasalar önümüzdeki 12 içinde yüzde 28 civarında enflasyon beklerken sanayici yüzde 50, hane halkları ise yüzde 70 oranında enflasyon beklentisi içinde. Dolayısıyla toplumsal uzlaşma olmaksızın yüksek enflasyon platosundan çıkmak bir hayli zor görünüyor.
Maliyetlerin attığı, gelirlerin ise yetersiz kaldığı bir ortamda tasarruf yapabilmek mümkün mü?
Maalesef yaşam maliyetleri olağanüstü düzeyde arttı. Bilindiği gibi tasarruf gelirin harcanmayan kısmıdır. Geniş kesimlerin satın alma gücü büyük ölçüde yıprandığı ortamda toplumun yüzde 80’inin tasarruf yapması adeta olanaksız hale geldi. Dolayısıyla bu kesimlerden tasarruf beklemek oldukça naif bir yaklaşım olur.
Artan enerji fiyatlarının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerini yorumlar mısınız?
Jeopolitik riskler ve çok kutuplu dünya düzeninde emtia ve enerji üretenlerin kendi aralarındaki dayanışması göreceli olarak emtia ve enerji fiyatlarını beklendiği düşmesini engelliyor. Genelde yüksek faiz ortamında durgunluk beklenir. Ancak artık merkez bankaları tekrar faiz düşürme sürecine girdi. Bir de özellikle Çin hükümetinin ekonomik büyümeye yönelik teşvik açıklamaları da dünya ekonomisinin yeniden toparlanabileceği beklentilerini güçlendiriyor. Bu nedenle enerji ve emtia fiyatlarında ciddi gerileme beklenmemeli. Türkiye ekonomisi enerji başta olmak üzere girdi ithal eden bir ülke. Dolayısıyla bu fiyat katılığından etkileniyor.
Ekonomi yönetimi üretimin ithalata bağlı olduğundan hareketle dış ticaret açığını kapatmaya yönelik olarak özellikle iç talebi baskılamaya yönelik adımlar atıyor. Altın ithalatına kota getiriyor. Böylece döviz açığını küçültmeye çalışıyor. Tabii ki bu adımların sonucu olarak ekonomi durgunluk kıskacına doğru ilerliyor.
Türkiye’deki işsizlik oranları ve özellikle genç işsizliği konusunda hükümetin ve özel sektörün atması gereken adımlar nelerdir?
İşsizlik özellikle genç işsizlik sorunu ülkemizin en önemli sorunları arasında yer alıyor. Üretimden kopuk eğitim sistemi bu sorunu daha da çözülemez hale getiriyor. İşgününe katılımın düşük olduğu ülkemizde 15 ile 25 yaş arasındaki gençlerin neredeyse yüzde 30’u ne işte ne de eğitimde yer alıyor. Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 27’lere ulaşıyor. Tam zamanlı çalışma azalırken katma değeri düşük kalitesiz istihdam sorunu yaşanıyor. Gençler getir-götür işlerinde çalışmayı tam zamanlı çalışmaya tercih eder hale geliyor. Bunda düşük ücret politikasının da payı var. İşverenler ise çalıştıracak eleman bulmakta zorlandıklarını belirtiyor. Kalifiye eleman sorunu sanayiyi tehdit ediyor. Doğru eğitim politikası olmadığı sürece bu sorun önümüzdeki dönemde birçok sorunu da beraberinde getirecek gibi görünüyor.