DOÇ. DR. CEM ÇAKMAKLI
KOÇ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
EKONOMİK ANLAMDA SON DERECE KRİTİK BİR VİRAJIN İÇİNDEYİZ
TÜRKİYE EKONOMİSİ İÇİN KISA DÖNEMDE BÜYÜME İLE ENFLASYON ARASINDA BİR TERCİH YAPILMASININ KAÇINILMAZ OLDUĞUNA DİKKAT ÇEKEN KOÇ ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. CEM ÇAKMAKLI, KISA VE ORTA VADELİ BEKLENTİLERİNİ DERGİMİZLE PAYLAŞTI. DOÇ. DR. CEM ÇAKMAKLI, AKILCI, TUTARLI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR ADIMLARA İHTİYAÇ DUYULDUĞUNU AKTARDI.
Mevcut ekonomik görünümü değerlendirdiğinizde karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor?
Ekonomi, kritik bir dönemeçte. Enflasyonla mücadele, diğer tüm ekonomik dinamikleri etkilediği için tüm ekonomi üzerinde belirleyici bir rol oynuyor. Mart ayından itibaren politika faizleri yüzde elli seviyesinde belirlendi ancak fiili faiz oranları yüzde 50’nin üzerinde veya bazen altında dalgalanıyor. Merkez Bankası, borçlanma veya borç verme süreçlerinde alt banttan yararlanarak çeşitli araçlar kullanıyor ancak yüzde 50’lik faiz bandı hâlâ geçerliliğini koruyor.
Ekim ayı itibarıyla enflasyonda belirgin bir düşüş gözlenmedi. Burada vurgulamak istediğim asıl konu aylık enflasyon rakamları. Yaklaşık bir yıldır tüm değerlendirmelerimde aylık enflasyon verilerini ön planda tutuyorum. Enflasyon şu anda yaklaşık yüzde 3 seviyesine sıkışmış durumda; bazen yüzde 2,9 bazen de yüzde 3,5 seviyelerine ulaşıyor ancak genel olarak yüzde 3 civarında seyrediyor. Özellikle hizmet sektöründeki enflasyon, yüzde 4,5 seviyesine yerleşmiş durumda ve bu, ekonomideki “yapışkan” enflasyon olarak adlandırılan zorlu bir alanı oluşturuyor. Bu kadar faiz artışına rağmen enflasyonda beklenen düşüş sağlanamadığı için kritik bir dönemeçte olduğumuzu ifade ediyorum.
Şu an faiz oranlarının düşürülmesi gerektiğine dair tartışmalar sürüyor, ancak bu yaklaşımı desteklemiyorum. Merkez Bankası’nın kredibilitesi düşük olduğundan, faiz oranlarının düşürülmesi yanlış mesajlar verebilir ve beklentileri olumsuz etkileyebilir. Eğer faizler düşerse, enflasyonla mücadele sekteye uğrayabilir; ancak faiz oranlarının mevcut seviyede kalması da ekonomiyi zorluyor.
Sanayi üretim endeksi, 6 aydır düşük seviyelerde seyrediyor ve geçen ayki hesaplamalarım, ekonominin Eylül ayında resesyona girmiş olabileceğini gösteriyor. Henüz bu ayki verileri tam olarak değerlendirmemiş olsam da, mevcut göstergeler böyle bir tabloya işaret ediyor.
Önümüzdeki sürece ilişkin kısa ve orta vadeli beklentilerinizi paylaşır mısınız?
Öncelikle büyüme konusuna değinecek olursak, üçüncü çeyrekte hafif bir daralma bekliyorum. Son hesaplamalarımda üçüncü çeyrek büyüme oranının yüzde -0,1 civarında olacağını öngördüm ancak Ağustos ve Eylül verileriyle bu rakam bir miktar değişebilir. Üçüncü çeyrek sonunda bu daralma, resesyona girişin işareti olabilir. Toplam talepte istenilen düşüş gerçekleşmediği için büyüme beklentisi daha ılımlı bir küçülmeyi işaret ediyor, yani -%0,1 seviyelerinde kalabilir. Dördüncü çeyreğe dair belirsizlik devam ediyor; bu nedenle 2024 yılının yıllık büyüme oranının yüzde 3,0 ila 3,2 arasında olacağını tahmin ediyorum.
Enflasyon ise en kritik konu. Yıl sonu enflasyon tahminim yüzde 43 ile yüzde 45 aralığında. Uzmanlık alanım makroekonomi ve ekonometri olduğundan, bu tahminler kendi istatistiksel modellemelerime dayanıyor. Örneğin, geçen yıl Temmuz-Ağustos aylarında yüzde 10’luk enflasyon artışı yaşanacağını öngören nadir modellerden birini sunmuştum. Şu anda ekonomi yönetiminin en son enflasyon tahmini yüzde 38 iken, Orta Vadeli Program (OVP) hedefi yüzde 41 olarak belirlendi. Bu farklı tahminler para ve maliye politikaları arasında uyumsuzluk yaratıyor. Para politikasını temsil eden enflasyon raporu yüzde 38’lik tahmin yaparken, OVP’nin maliye politikası tahmini yüzde 41. Bu durum, Merkez Bankası’nın kredibilitesini zedeleyebilir.
Sonuç olarak, kamu yönetiminin bütçe dengesi açısından bu durum sürdürülebilir mi?
Bu, gelecekteki enflasyon hedeflerine ve para politikasına etkileri bakımından kritik bir soru. Faiz oranlarının yanı sıra, kamu tarafından yapılan zamların da enflasyona etkisi büyük. Dolayısıyla bu konularda akılcı ve tutarlı adımlar atmak gerekiyor.
Dış ticaret tarafında, sanayi üretiminde yaşanan azalmaya paralel olarak, cari açıkta bir daralma görüyoruz. Sanayi üretimi endeksi düştüğünde, ara malı ithalatı azalıyor; dolayısıyla cari açık pozitif yönde etkileniyor. İthalat yavaşladıkça cari açıktaki azalma eğilimi de sürecektir.
Kur tarafında ise, büyük bir kur şoku beklemiyorum; tabii yönetim tarafında büyük gelişmeler veya erken seçim gibi olaylar yaşanmazsa…
Ülkemizde en büyük sıkıntılarından biri gelir eşitsizliği. Bu eşitsizlik hakkında da görüşleriniz alabilir miyiz?
Gelir eşitsizliği temel bir sorun olarak öne çıkıyor. Gelir adaletsizliği, insanların üzerindeki psikolojik ve reel etkileri bakımından oldukça ciddi. Bu soruna çözüm getirmek için nasıl bir ekonomi modeli benimsenmesi gerektiğini değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye’de gelir eşitsizliği 2007’den bu yana artış eğilimindeydi ancak özellikle 2018’den sonra ve 2020 itibarıyla bu durum dramatik bir hal aldı. Bu kırılma gündelik yaşamda da kendini hissettiriyor. Faiz artırımları istenen etkiyi yaratmıyor; toplam talep düşmüyor, çünkü gelir eşitsizliği farklı tüketim alışkanlıklarına ve talep dengesizliklerine yol açıyor.
Gelir eşitsizliğinin temel nedenlerinden biri, özellikle 2020 sonrası hızlı enflasyon artışıdır. Bu dönemde enflasyon oranı yüzde 15’lerden birden yüzde 70’lere yükseldi. Ticaret sektörü bu duruma hızlıca adapte olurken maaşlar enflasyonun gerisinde kaldı. Maaş artışları, enflasyon kadar hızlı gerçekleşmediği için bu dönemde düşük ve sabit gelirli gruplar ciddi bir gelir kaybına uğradı. Öte yandan, ticaret yapanlar ve krediye kolay erişimi olanlar bu durumdan kârlı çıktı. Yani, sabit gelirli kesimlerden ticaret yapanlara adeta dolaylı bir gelir transferi gerçekleşmiş oldu.
Gelir eşitsizliğini ölçmek için kullanılan Gini katsayısına bakıldığında, 2022’ye doğru bir artış gözlenebilir. Ancak ilginç bir şekilde, gelir eşitsizliği azalmış gibi de görünebilir. Bunun nedeni, orta gelir grubunun giderek düşük gelir grubu seviyesine yaklaşmasıdır. Başka bir deyişle, toplum fakirlikte eşitlenmiş durumda. Yani, üst gelir grubu çok yüksek bir gelir elde ederken, orta ve düşük gelir grupları arasında fark giderek azaldı.
Bu sürecin çözümü için öncelikle enflasyonun düşürülmesi gerekiyor. Türkiye ekonomisi için kısa dönemde büyüme ile enflasyon arasında bir tercih yapılması kaçınılmaz görünüyor. Enflasyonun kontrol altına alınması için, ekonominin bir durgunluğa girmesi ve özellikle yüksek gelir grubunda dengelenme sağlanması gerekiyor.
Enflasyonu artırmadan çözüm oluşturulması için verimliliğin artırılması önem taşıyor. Verimlilik artışı, aynı iş gücü ile daha fazla üretim yapmayı mümkün kılar ve bu da iş gücü giderlerinin fiyatlara yansımasını azaltır. Ancak, verimlilik artışı sağlamak, uzun vadeli yatırımlar ve yapısal reformlar gerektirdiğinden kolay bir çözüm değildir. Aynı işçiyle iki araba üretmek yerine üç araba üretmeye çalışmalısınız. Ancak verimlilik artışı, maalesef o kadar kolay bir şey değil. 2018’de bunun için çaba gösterdiler ama bunu sadece ucuz kredi yoluyla yapmaya çalıştıkları için başarılı olamadılar.
O dönemde herkes faiz indirmeye yöneldi. Sizin buna karşı duruşunuz, demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve insan sermayesinin ülkede kalması gibi unsurlardır.
Otomotiv sektörü dijitalleşme birlikte bir dönüşüm içerisinde. Bu kapsamda sektörle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Otomotiv sektörünün Türkiye’deki en dinamik sektörlerden biri olduğunu daha önce de dile getirmiştim. Katma değer açısından en önemli sektörlerden biri olmasına rağmen, zamanla katma değeri düşmüş durumda. Yan sanayiyi düşündüğümüzde, çok büyük bir ekosistem söz konusu; sadece araç üretimi değil, aynı zamanda onun yan sanayisi de oldukça gelişmiş bir seviyede. Türkiye’nin daha fazla yatırım çekmesi gerekiyor. Bu, sektörün potansiyelini daha iyi değerlendirebilmesi için önemli. Otomotiv sektörü, son 2-3 yıl içerisinde öz sermaye birikimi ile rekabet avantajını koruma yönünde stratejiler geliştirmeli. Bu, sektörün kendi ayakları üzerinde durabilmesi için kritik bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor.