Elif Semra Ceylan
EY Türkiye Danışmanlık Hizmetleri, Kamu Sektörü Müdürü
Kasia Klaczynska Lewis
EY Polonya Hukuk Bölümü Şirket Ortağı ve EY İklim Politikaları Merkezi Lideri
TÜRKİYE’NİN ULUSAL EMİSYON TİCARET SİSTEMİ’NE DOĞRU…
KARBON PİYASALARININ GELECEĞİ, YENİLİKÇİ EMİSYON AZALTMA ÇÖZÜMLERİNİN UYGULANMASINI HIZLANDIRMA YETENEKLERİNDE YATIYOR. BU YENİLİKÇİ ÇÖZÜMLERİN BİRÇOĞU HENÜZ EKONOMİK OLARAK UYGULANABİLİR DEĞİL. EMİSYON TİCARET SİSTEMİ (ETS) GELİRLERİ BU TEKNOLOJİLERİ DAHA ERİŞİLEBİLİR YAPMAK İÇİN YEGÂNE ARAÇLARDAN BİRİ.
İklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma açısından Türkiye’nin izlediği yolu değerlendirir misiniz?
İklim krizinin 2024 yılı itibarıyla geldiği noktada ekonomik sistemleri sürdürülebilir kalkınma prensiplerinden ayrı düşünmek mümkün değil. Ülkeler ve ekonomiler için dönüşüm artık bir ihtiyaç değil zorunluluk haline geldi. Ülkeler için sektörlerinin yeşil dönüşümünü hızlı ve etkili şekilde sağlayabilmek en kritik rekabetçilik unsuru haline geldi. Türkiye ise küresel tedarik zincircilerinin en büyük ve en bağlantılı oyuncularından biri ve mevcut durumda uluslararası kıyaslamalarda düşük yeşil ekonomi olgunluğuna karşı yüksek potansiyeli ile öne çıkıyor. Mevcut durumu ile potansiyeli arasında fark Türkiye için şunu işaret ediyor: Türkiye ekonomisi dönüşebilir ve potansiyelini hayata geçirmesi Türkiye’nin ekonomik rekabetçiliğini koruması ve daha da güçlendirmesi için şart.
Ulusal hükümetler, küresel politik ve ekonomik gündemin ortaya koyduğu dönüşüm yol haritalarında birincil sorumludur. Bu doğrultuda, dünyanın genelinde olduğu gibi Türkiye’de de kamu sektörü bu dönüşümde öncü rol oynayacak. Türk kamu sektörü de bu dönüşüm zorunluluğunun farkında. Özellikle geçtiğimiz 5 yılda iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma, ulusal politika çerçevesinin öncelikli konusu haline geldi. Bu doğrultuda Türkiye; net sıfır emisyon hedefi koydu, kurumlarını yeniden yapılandırdı, tematik alanlarda alt stratejiler ve dönüşüm yol haritaları tanımladı, dönüşüme finansal ve teknik destek sağlamak adına uluslararası kuruluşlarla iş birliğini artıracak adımlar attı. Türkiye’nin bu alandaki en güncel ve acil gündemlerinden biri de ulusal Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) kurulması. Ulusal ETS, 2026 yılında efektif olacak SKDM arifesinde emisyon azaltım taahhütlerimizi destekleyecek, sektörlerin yeşil dönüşümünü hızlandıracak, kolaylaştıracak ve bunu yaparken sektörlerimizin uluslararası rekabetçilik endişelerine cevap verecek bir mekanizma olmalı. Bu mekanizmanın geliştirilmesi ve işler hale getirilmesi ise zorlu bir kamu politikasını, uygulamayı ve yönetişim altyapısı tasarlamayı gerektiriyor.
Avrupa Birliği’ndeki Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) nasıl işlediğine dair bize genel bir bakış sağlayabilir misiniz?
Günümüzde, ülkeler sera gazı emisyonlarını azaltmak için iklim politikaları uygularken kritik kararlar almak zorunda kalıyor. Bu noktada, iki temel düzenleyici araç olarak ETS ve karbon vergisi ön plana çıkarken, iki araç da ülkelerin stratejik önceliklerine bağlı olarak farklı avantajlar sunuyor. Bilindiği üzere, AB ETS, üst sınır ve ticarete dayalı bir sistem olan dünyanın ilk büyük ölçekli emisyon ticaret şeması konumunda. Bu kapsam dahilindeki kuruluşlar için toplam sera gazı emisyonlarına bir üst sınır belirleniyor ve bu kuruluşlar, her biri 1 ton CO₂ salınımı yapma hakkı sağlayan emisyon izinleri alıyor. Sistemin işleyişi temelde şu şekilde gerçekleşiyor: Kendilerine ücretsiz tahsis edilen emisyon üst sınırlarını aşan kuruluşlar, karbonsuzlaştırma uygulamaları sayesinde fazladan emisyon iznine sahip olan diğer kuruluşlardan açık artırmalar veya doğrudan satın alım işlemleri yoluyla ek izinler edinmek zorunda kalıyor. Ayrıca, ETS, mevcut emisyon izinlerinin miktarını zamanla azaltarak emisyonları kademeli olarak düşüyor.
AB ETS’nin temel özellikleri arasında, zamanla daha fazla gazı ve sektörü kapsayacak şekilde etki alanının genişlemesi ve 2024 ile 2027 yılları arasında yıllık yüzde 4,3 Lineer Azaltma Faktörü (LRF) ile azalan AB merkezli üst sınırı bulunuyor. Günümüzde emisyon izinlerinin başlıca dağıtım yöntemi olarak uygulanan açık artırma, şeffaflığı ve piyasa verimliliğini sağlayan faktörlerin başında geliyor.
Buna karşılık karbon vergisi, salınan her ton CO₂ (veya eşdeğer gazlar) için kuruluşlara sabit bir maliyet yüklüyor. ETS’de fiyatın piyasa tarafından belirlenmesine kıyasla, karbon vergisi sabit bir fiyatla maliyeti kesin olarak belirleyerek işletmelerin planlama ve finansal tahmin süreçlerinde istikrar sağlıyor.
Bu noktada, ETS ile karbon vergisi arasında yapılan seçim, ülkelerin iklim hedefleri, ekonomik bağlamı ve politika çerçevesi ile uyumlu olmalıdır. ETS’de izin fiyatlarının piyasa dinamikleri tarafından belirlenmesi, piyasa aktörlerine esneklik ve yenilik imkânı sağlarken, diğer yandan, karbon vergisinin sabit maliyetlerle sunduğu öngörülebilirlik sayesinde istikrarlı ekonomik planlama desteklenebilir.
Her iki mekanizma da emisyonları düşürmekte etkili olmakla beraber, başarılı olmaları uygulandıkları ülkenin belirli ulusal şartlarına bağlıdır. Politika yapıcıların bu stratejik etkileri anlaması, ülkenin iklim hedeflerine ulaşırken ekonomik büyümesini teşvik etmek için hayati önem taşıyor.
Türkiye’nin Ukrayna’daki ETS uygulamasından potansiyel olarak çıkarabileceği dersleri paylaşabilir misiniz?
Ukrayna, AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması vergilerinin potansiyel etkileri ve sınırları içindeki çatışmanın yarattığı zorluklar ile ciddi bir süreçten geçiyor. Bu etkenler, ETS’nin hızlı ancak detaylı bir şekilde geliştirilmesini gerektiriyor. Ayrıca, Ukrayna ETS’nin geliştirilmesi, ülkenin AB’ye katılımı için çok önemli bir ön koşul olmasının yanı sıra, karbonsuzlaştırma, enerji dönüşümü stratejisi ve Ulusal Katkı Beyanları hedeflerine ulaşılması için de temel teşkil ediyor.
Geçtiğimiz Ekim ayında yürürlüğe giren SKDM, hâlihazırda münferit ülkeler için muafiyet sağlamıyor. Ukrayna’ya böyle bir muafiyet tanınması ya da tanınmaması kararının önemli uluslararası sonuçları olabilir. Ukrayna bağlamında ortaya çıkan soru, yani Ukrayna’nın AB’ye yaptığı ihracata SKDM ücreti uygulanmasının AB’nin Ukrayna’ya yönelik destekleyici tutumuyla çelişip çelişmediği sorusu, çatışma yaşayan ya da ekonomik kalkınmanın erken aşamalarında olan diğer ülkeler bağlamında da sorulabilir.
Ukrayna’nın ETS uygulamasında karşılaşacağı zorlukların başında anlamlı bir MRV döngüsü ile doğru envanter verilerinin bulunmaması geliyor. Bu durum, sistemin tasarımında da yenilikçi bir yaklaşım gerektiriyor. Ayrıca Ukrayna, daha önce kapsamlı bir şekilde araştırılmayan silahlı çatışmalardan kaynaklanan emisyonların nasıl ölçüleceği, raporlanacağı ve fiyatlandırılacağı gibi soruları gündeme getiren savaş zamanı emisyonları konusunda yeni bir zorlukla karşı karşıya kalmış durumda.
Kendi ETS’sini tasarlama ve uygulama yolunda ilerleyen Türkiye, Ukrayna’nın yaklaşımından önemli dersler çıkarabilir. Öncelikle, uygulamaya yönelik özel sektör deneyimini ve sisteme aşamalı bir girişi vurgulayarak AB entegrasyonuna hazır bir ETS oluşturmak önem arz ediyor. Bir başka deyişle, Türkiye’nin ETS kanunu, AB ETS’nin mevcut aşamasıyla uyumlu olmalı ve gelişen AB anlaşması müzakerelerine, siyasi değişikliklere, veri mevcudiyetine, piyasa güçlendirme ihtiyaçlarına ve atık yakma, BTR ve CO₂ dışı havacılık etkileri gibi yeni düzenleyici unsurlara cevap verebilecek hükümler içermelidir. Ayrıca Türkiye, ETS tasarımı sürecinde AB unsurlarını benimsemek ile Türkiye’nin farklı ekonomik ve siyasi ortamını yansıtan ulusal uyarlamalar yapmak arasında doğru dengeyi bulmalıdır.
Sonuç olarak, Ukrayna’nın ETS projesi, kendine özgü zorluklarıyla birlikte, Türkiye ve AB standartlarıyla uyumlu, katılım sonrasında AB ETS ile birlikte gelişme kapasitesine sahip ETS kurmayı hedefleyen diğer ülkeler için değerli bir çerçeve sunuyor. Ukrayna’nın deneyimi, öngörülemeyen gelişmeleri yönetebilecek ve etkili emisyon azaltma stratejilerine katkıda bulunabilecek stratejik ve uyarlanabilir bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı ortaya koyuyor. Ayrıca, Ukrayna projesinin, yeni idari rollerin tahsisi ve ETS gözetim yetkisine sahip yetkililerin atanması da dahil olmak üzere kurumsal yapılar üzerindeki etkisi, kendi ETS’sinin yönetişim ve operasyonel çerçevesini de göz önünde bulunduracak olan Türkiye için önemli bir konu.