“İnsanlığın ortak geleceği, ulusal çıkarların gerisinde olamaz”
Dr. Altay Atlı
Atlı Global Danışmanlık Kurucu Direktörü
İçinde yaşadığımız dönem küresel ekonomi açısından bakıldığında bünyesinde bir dizi çelişki barındırıyor. Küreselleşme tüm dünyaya bir kazan-kazan formülü vadetmişti. Gelinen noktada dünyanın yaşadığı çelişki, birçok ülkenin artık kendi lehine kazan-kaybet denklemini tercih etmesi. Ekonomik sorunların üstesinden gelmek, eşitlikçi ve kapsayıcı kalkınmayı sağlamak, sürdürülebilir ve çevre dostu, doğa ile kavga etmeyen onunla barışık olan bir refah artışı için teknolojinin doğru, etkin ve iş birliği içerisinde geliştirilerek kullanılması şart.
İki yılı aşkın bir süredir dünyayı etkileyen Covid-19 pandemisi, ABD ile Çin arasında şiddetlenerek devam eden büyük güç rekabeti ve tüm bunların üzerine gelen Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, küresel ekonomi üzerindeki baskıyı yakın geçmişte hiç görülmemiş olduğu kadar artırdı. Tüm dünya üzerine yoğun bir sis gibi çöken enflasyon başta olmak üzere birçok ekonomik sorun, tüm aktörlerin hayatlarını zorlaştırıyor ve yarattıkları belirsizliklerle karar alma süreçlerini güçleştiriyor.
İçinde yaşadığımız dönem küresel ekonomi açısından bakıldığında bünyesinde bir dizi çelişki de barındırıyor. Bir taraftan, pandeminin ekonomik etkileri ile mücadelenin de gerektirdiği şekilde, ekonomik iş birliği için çabalar artıyor, hatta Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülke arasında imzalanarak yürürlüğe giren Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İş birliği Anlaşması (RCEP) gibi büyük serbest ticaret oluşumlarıyla entegrasyon anlamında somut adımlar atılıyor. Ancak diğer taraftan da birçok ülkenin rakiplerine karşı ticaret duvarlarını yükselttiği, korumacılığa yöneldiği bir devri yaşıyoruz. Aynı zamanda bir yandan küresel mal, sermaye ve bilgi akışlarının yoğunlaştığı ve bunun ülkeler arasında güçlü bağlantılar ile karşı bağımlılıklar oluşturduğu, ancak diğer yandan da bu bağların güçlü olan tarafın elinde birer silah olarak kullanıldığı, ekonomik yaptırımların giderek daha fazla kullanılan birer dış politika enstrümanı haline geldiği bir devirdeyiz. Küreselleşme tüm dünyaya bir kazan-kazan formülü vadetmişti. Gelinen noktada dünyanın yaşadığı çelişki, birçok ülkenin artık kendi lehine kazan-kaybet denklemini tercih etmesi ve bunu yaparken de aslında tüm dünyanın ekonomik anlamda bir kaybet-kaybet durumuna sürükleniyor olması.
İçinde bulunduğumuz bu çelişkiler çağının merkezinde ise teknoloji var. 1990’ların başından bu yana küreselleşmeyi hayata geçiren, itici gücü olan unsur teknolojik gelişimdi. Bugün ise teknoloji, temel bir çelişki durumu ile karşımıza çıkıyor. Şöyle ki, bir taraftan teknolojik gelişim sürer, bu sayede ekonomilerin bütününde verimlilik artırılır ve bireylerin hayatları kolaylaştırılırken, diğer taraftan teknoloji sahip olanın elinde diğerlerine karşı bir stratejik koz olarak kullanılıyor, ülkeler arasında kıyasıya rekabete yol açıyor. Duvarları yıkması gereken teknoloji aynı anda yeni duvarların yükselmesine de sebep oluyor. Bir yandan “teknoloji festivalleri” gerçekleştirirken diğer yandan “teknoloji savaşlarını” da yaşayan bir dünyadayız.
Ekonomik sürdürülebilirlik, teknoloji ile ilgili
Teknolojik gelişim, ekonomik kalkınmanın olmazsa olmaz koşulu. Teknoloji sayesinde mal ve hizmetlerin daha kaliteli, daha yüksek katma değerli ve daha verimli bir şekilde üretilmesi sağlanıyor ve bu da refah artışı için bir zemin oluşturuyor. Bununla birlikte ekonomik sürdürülebilirlik kavramı da teknolojik gelişim ile yakından ilgili; örneğin temiz enerji teknolojileri ve dijitalleşme gibi alanlarda sağlanan ilerleme, ekonomideki büyümenin sadece refah artışı sağlamasını değil, bu artışın uzun vadede sürdürülebilir olmasını ve gelecek nesiller için daha yaşanabilir bir dünyaya katkı sağlamasını da temin ediyor.
Bugün dünya Dördüncü Sanayi Devrimi’ni, başka bir deyişle Sanayi 4.0’ı yaşıyor. 1780’lerde başlayan Sanayi 1.0 ile mekanizasyon gelmiş, elle bireysel olarak yapılan üretim buhar gücüyle çalışan makinalara ve atölyelere kaymaya başlamıştı. 1870’lerin Sanayi 2.0’ı ile birlikte seri üretim, montaj hatları ve elektrik gücü geldi. 1969’dan sonrasına tarihlenen Sanayi 3.0, bilgisayar ve elektronik cihazların gücü ile otomasyonu başka bir noktaya taşıdı. Bugün ise Sanayi 4.0 ile birlikte artık bilişim teknolojileri ile makinaların ve değer zincirindeki tüm unsurların birbirlerine ağlar üzerinden bağlı çalıştığı bir üretim modelinden bahsediyoruz. Bu model ekonominin her sektörünü etkiliyor, her alanda verimlilik artışı, daha yüksek katma değer ve tüketiciler için de farklı deneyimler taahhüt ediyor.
Sanayi 4.0 süreci teknolojide belirli alanların ön plana çıkmasını sağladı. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 yılına yayınlamış olduğu bir raporda bu anlamda yükselişte olan 12 farklı teknoloji alanı sıralanıyor:
- Yapay zekâ ve robotik
- Nesnelerin interneti
- Sanal ve artırılmış gerçeklik
- Eklemeli üretim
- Blokzincir ve dağıtık defter teknolojisi
- Geliştirilmiş gereçler ve nanomateryaller
- Enerji tutulması, depolanması ve iletimi
- Yeni bilişim teknolojileri
- Biyoteknolojiler
- Jeomühendislik
- Nöroteknoloji
- Uzay teknolojileri
Tüm bu bahsi geçen teknoloji alanlarında birçok ülke yatırımlar yapıyor ve ortada ciddi bir rekabet de söz konusu. Teknolojik alanda üstünlüğe sahip olmak, başka ülkelerin sahip olmadığı bir teknolojiyi ilk defa geliştiren taraf olarak yarışta ön sıralarda yer almak, tarih boyunca ülkeler için uluslararası rekabette ön plana çıkmayı, küresel düzendeki güç dağılımında avantajlı bir konuma geçmeyi sağlayan faktörlerin başında geldi. Bugün ise bu durum her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Çünkü söz konusu teknolojiler hayatın birçok farklı alanında büyük değişimler yaratma, dolayısıyla kendilerine sahip olanı hızla ileriye taşırken, olmayanı da ciddi bir şekilde dezavantajlı konuma getirme potansiyeline sahipler. Örneğin sanal ve artırılmış gerçeklik, sadece tüketici gençler için yeni bilgisayar oyunları gibi değil, imalat ve hizmet sektöründe yeni açılımlar, hatta savunma sanayinde ve askeri kullanımda yeni imkanlar ortaya koyuyor. Dolayısıyla ülkeler arasındaki rekabet, bu alanlarda diğer ülkelere göre geride kalmamak için sarf edilen çabalar giderek hız kazanıyor ve şiddetleniyor.
ABD ve Çin'in mikroçip açmazı
Teknoloji rekabeti, ülkelerin sadece ilgili alanlara daha fazla yatırım yapıp rakiplerine göre ileriye geçme girişimleri ile değil, aynı zamanda mümkün olduğunca rakiplerinin yolunu kesme ve engelleme çabaları ile de şekil buluyor. ABD ile Çin arasındaki “teknoloji savaşları” bu duruma en güzel örnek. Çin, yakın bir geçmişe kadar teknolojiyi dışarıdan alan, diğer ülkelerin teknolojisi ile fason üretim yapan ve bu teknolojiyi kopyalamanın ötesine gidemeyen bir ülkeydi. Ancak zaman içerisinde giderek düşük maliyet avantajını yitiren Çin, küresel ekonomideki rekabet gücünü başka kaynaklardan elde etmek amacıyla kendi teknolojisini üreterek bu sayede katma değerini artırmak yoluna gitti. “Made in China 2025”, “Stratejik Yükselen Endüstriler Girişimi” ve “Internet+” gibi ulusal programlar üzerinden, teknoloji alanına ciddi miktarda kaynak da ayırarak bu hedefe yönelik adımlar attı. Bugün Çin, bilişim ve iletişim teknolojileri ve özellikle de 5G gibi birçok alanda dünyada lider konuma ulaştı. ABD ise büyük bir stratejik rekabet içerisinde olduğu Çin’in gelişmekte olan teknolojilerdeki atılımını kendisine karşı varoluşsal bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle de iki ülke arasında “teknoloji savaşları” yaşanıyor. Bu kapsamda ABD, Çin’in 5G alanındaki öncü firmalarına karşı kısıtlamalar uyguladığı gibi, Çin firmalarına ABD malı mikroçip satışına da yasaklamalar getirdi. Mikroçip konusunda ABD ihracatçı, Çin ise ithalatçı konumunda. Çin’in kendi mikroçip üretimi var, ancak bu üretimi yapabilmek için Amerikan teknolojisi kullanıyor ve dolayısıyla bu anlamda ABD’ye bağımlı durumda.
Bu noktada, küresel ekonominin çelişkiler çağında olduğumuzu yeniden hatırlıyoruz. Birinci çelişki olarak, her ne kadar ABD sahip olduğu teknolojiyi Çin’e karşı koz olarak kullansa da bu alanda halen ABD’nin de Çin’e bağımlı olduğu noktalar var. ABD’li teknoloji üreticileri Çin’e yüksek miktarda satış yaptıkları gibi, farklı teknolojik ürünleri girdi olarak kullanan ABD’li firmalar da ihtiyaçlarını Çin’den karşılıyorlar. Örneğin, ABD’li bir elektronik ürün üreticisinin cep telefonu üretimini Çin’deki fabrikadaki yaptırması, bunun yanı sıra ürünlerini Çin pazarında satması ve ABD’de üretimini yaptığı bilgisayar gibi ürünler için de Çin’den ithal edilen parçaları kullanması bilindik ve benzerine sık rastlanan bir durum.
Diğer çelişki ise teknolojinin doğası ile ilgili. Teknolojinin temelini bilim oluşturuyor. Bilim ise paylaşarak, birlikte düşünüp birlikte çalışarak, bir taşın üzerine birlikte yenisini koyarak gelişen bir olgu. Ülkelerin bilimsel gelişim yerine ulusal çıkarları ön planda tutmaları, ABD ile Çin arasında yaşanan durumda olduğu gibi karşılıklı olarak birbirlerini engellemeye yönelik çabalarını artırmaları dünyanın tabir yerindeyse çift kutuplu bir “teknolojik soğuk savaşa” sürüklenmesi ihtimalini ortaya koyuyor. Bu da üçüncü ülkeleri taraf tutmaya zorlayarak zor bir duruma sokacağı gibi, teknolojinin gelişmesine, insanlığa ve küresel ekonomiye katkı sağlamasına da zarar verecek, en azından süreçlerin oldukça yavaşlamasına ve ihtiyaçların karşılanmasının gecikmesine yol açabilecek bir durum.
Otomotiv sektöründe gelecek elektrikli araçlarda
Otomotiv sektörü de küresel ekonominin çelişkilerinden nasibini alıyor. Günümüzde küresel ölçekte sektörü en fazla ve olumsuz olarak etkileyen faktörlerin başında tedarik zincirlerindeki darboğazlar ve özellikle de mikroçip ve yarı iletken tedariki alanında yaşanan sorunlar geliyor. Önümüzdeki yıllarda sektörün mikroçip ve yarı iletken talebinin yılda ortalama yüzde 10 artması bekleniyor ve bu talebin nasıl karşılanabileceği konusunda şüphesiz ki soru işaretleri var. Diğer taraftan teknolojik gelişim, otomotiv sektörünün yaşanan krizlerden çıkış anahtarını da sağlıyor ve bu noktada gelecek elektrikli araçlarda görülüyor. Birçok ülke bu alana yatırım yapıyor. Örneğin, Avrupa Birliği, 2030’a kadar karayollarında 30 milyon elektrikli araç olmasını hedefliyor ve bunun için de 1 milyon şarj istasyonu kurmayı planlıyor; Çin, 2025’e kadar yeni otomobil satışlarının yüzde 25’inin elektrikli olmasını öngörüyor; Japonya, 2030’ların ortasına kadar yeni otomobillerin tamamının çevre dostu olmasını hedefliyor; ABD’nin hedefi 2030’a kadar yeni araçların yüzde 50’sinin elektrikli olması, İngiltere’nin hedefi ise 2030’a kadar benzin ve dizelle çalışan otomobillerin tamamen yasaklanması.
Birçok olumsuzluğun yaşandığı dünyamızda ekonomik sorunların üstesinden gelmek, sadece büyümeyi değil esas olarak eşitlikçi ve kapsayıcı kalkınmayı sağlamak, sürdürülebilir ve çevre dostu, doğa ile kavga etmeyen onunla barışık olan bir refah artışı için teknolojinin doğru, etkin ve işbirliği içerisinde geliştirilerek kullanılması şart. Bunun için de küresel ekonominin bu bahsedilen çelişkilerinden sıyrılmamız gerekiyor. İnsanlığın ortak geleceği, ulusal çıkarların gerisinde olamaz, çünkü dünya için bir gelecek olmadığında üzerinde konuşulabilecek tekil çıkarlar da olmayacak.