Bahçeşehir Üniversitesi BETAM Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Seyfettin Gürsel

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü

“Türkiye ekonomisinde halen belirsizlikler mevcut”

“Büyük olasılıkla yıl sonunda, TÜFE yüzde 25’e dayanacak, ÜFE ise yüzde 69 civarında olacak. Reel ücret artışlarına rağmen ekonomik büyümenin özellikle yatırımlardaki durgunlaşma nedeniyle ciddi ölçüde yavaşlaması da bir risk olarak karşımızda. Geleceğe dair belirsizlik had safhada.”

2021 Türkiye ekonomisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir ekonominin yılı nasıl kapattığı sorulduğunda ilk akla gelen ya da ilk merak edilen ekonomik büyümenin ne olduğudur. Türkiye ekonomisi 2021 büyük olasılıkla yüzde 10 civarında bir büyüme ile kapatacak. Muazzam bir büyüme oranı. Salt bu rakama bakılır, öncesi ve sonrası sorgulanmazsa, elbette ekonomin “şahlandığı” ve de bundan böyle “her şeyin güzel olacağı” düşünülebilir. Ama bu tabloya 2020’de Türkiye ekonomisinin pandemi nedeniyle büyük istihdam kayıplarına uğradığı, ekonominin yüzde 1,8 büyüdüğü -bu büyümenin de yarısı kredi patlamasının sonucunda finansal sektörde yüzde 30 varan büyümeden kaynaklanmıştı- eklendiğinde ekonomide durumun yüksek büyüme rakamının ima ettiği kadar parlak olmayabileceği akla takılacaktır.

Buna “baz etkisi” diyoruz. Bu etkinin pandemi döneminde ertelenen dayanıklı tüketim malı talebinin devreye girmesinden ve faaliyet kısıtlamalarına son verilmesiyle artan istihdam ve gelirlerin talep üzerindeki etkisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ayrıca Türkiye ekonomisinin 2018’den itibaren yapısal olarak düşük büyüme patikasına saptığını da hatırlatmak isterim. 2018-2019 döneminde ekonomik büyüme ortalama yüzde 2’de kaldı. Son dört yılın (2018-2021) ortalama büyümesi ise bu yıl yüzde 10’luk büyümeye rağmen ancak yüzde 4’ü buluyor. Türkiye için oldukça düşük bir büyüme performansı.  

Ancak baz etkisinin de ötesinde Türk Lirasının değer kaybı ile ihracatta gerçekleşen düzenli ve güçlü artışların da bu yüksek büyümeye katkı yaptığı unutulmamalıdır. Nitekim çeyrekten çeyreğe büyümenin 2021’de ortalama yüzde 2 civarında olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ihracat artışının ne ölçüde devam edeceğinin, ekonomik büyümeyi hiç olmazsa yüzde 5 civarına taşımaya yetip yetmeyeceğinin tartışılması gerekiyor.

Buraya kadar bardağın nispeten dolu tarafından söz ettik. Bir de boş tarafı var. 2021’i çok yüksek bir enflasyon ile kapatacağız. Büyük olasılıkla TÜFE yüzde 25’e dayanacak, ÜFE ise yüzde 60’ı geçecek. İşsizlik istihdam artışı sayesinde düşüşte ama işsizlik oranı hala 2018 öncesinin işsizlik seviyesinin bir hayli üzerinde. Üstelik geçen yıl işgücünde yaşanan büyük kayıpların ancak bir kısım telafi edilmiş durumda. Halen iş gücü piyasasının sınırında çalışmayı arzulayan ama iş aramayan 5 milyon kadar vatandaş birikmiş durumda. Bu kitle 2018 öncesinde 2,5 milyon civarındaydı.

“En büyük risk, enflasyon”

2022’de ekonomik açıdan ülkeyi bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

Halen büyük belirsizlikler mevcut. Bununla birlikte bana göre belli olan iki olgu var: Türkiye ekonomisi kabul gören iktisat kuramlarının ve tarihsel deneyimlerin bilmediği bir yola girdi.

En büyük risk elbette enflasyon. Kur artışı büyük boyutlara ulaştı ve ÜFE’yi ürkütücü bir düzeye çıkardı. Girdi maliyetlerindeki devasa artışlar TÜFE’ye henüz tam olarak yansımış değil.  Dolayısıyla önümüzdeki aylarda TÜFE artışı kaçınılmaz. Tahminler ve beklentiler de bu yönde.

TÜFE ne kadar artar? Hiperenflasyon riski var mı?

Doğrusu hiperenflasyon (yıllık yüzde 200-300 ve daha fazlası) bana göre düşük ihtimal. Bunun için piyasaya sürekli TL pompalanması lazım. Tıpkı ocağı harlı tutmak için sürekli odun atılması gerektiği gibi. Bu yol şimdilik kapalı.

Üretici maliyetlerini yukarı itecek bir diğer etken de asgari ücrete yapılacak yüksek zam olacak. Sadece asgari ücretler genel olarak düşük ücretlerde 2022’nin ilk yarısında ciddi bir reel artış yaşanacak. Bu da üretim maliyetlerini yükseltecek. Yüksek enflasyon reel ücret artışını aylar içinde geri alacaktır ama başta enflasyonu kamçılayacağı kesin. Bu ölçüde 4250 TL olarak açıklanan asgari ücretin muazzam asimetrik etkileri olması kaçınılmaz.

Bir diğer risk de reel ücret artışlarına rağmen ekonomik büyümenin özellikle yatırımlardaki durgunlaşma nedeniyle ciddi ölçüde yavaşlaması. Geleceğe dair belirsizlik had safhada. Bu ortamda yatırımcılar kazançlı fırsatlar görseler bile beklemeyi tercih edebilirler. Diğer yandan “TCMB faizini düşürdü diye bankalar da kredi faizlerini aynı ölçüde düşürür” gibi genel geçer bir kural yok. Normal koşullarda böyle olur çünkü merkez bankaları politika faizini indirince enflasyon tehdidinin yerini durgunluk tehdidine bıraktığı düşünülür. Sonuçta bankalar mevduat/kredi faizlerini aşağıya çeker, piyasadaki finansal varlıklara (bono, tahvil) talep artar ve piyasa faizleri düşer. TCMB’nin halen yapmakta olduğu faiz indirimlerinin bu koşullarla ilgisi yok. Görünen, bankaların faizlerini çok az düşürdükleri (kamu bankaları ayrı) piyasa faizlerinin ise yüksek enflasyon beklentisi nedeniyle artışta olduğudur. İki yıllık tahvil de yüzde 20’nin, 10 yıllık tahvil de yüzde 21’in üzerine çıktı.

Döviz kurlarında hareketliliğin önümüzdeki dönemde devam etmesini bekliyor musunuz?

Cari döviz kuru bir miktar daha yükselebilir ama sınırları var. Ama bunun için ön koşul yukarıda belirttiğim gibi ocağa odun atılmaması yani para basılmaması gerekiyor. Bu koşul gerçekleşirse reel kur endeksinin ulaştığı sıra dışı seviye dikkate alınarak kur artışının kendiliğinden yavaşlaması çok muhtemeldir. 2003 yılı 100 alındığında Kasım itibarıyla TÜFE’ye kıyasla reel kur endeksi 53’e indi. Bu, reel kur tarihinin uzak ara en düşük seviyesi. “Rekabetçi kur” için bile fazlasıyla düşük bir seviye. Döviz kuru-enflasyon yarışında, enflasyonun öne geçmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum. 

2022’nin ilk yarısında ekonomi beklenen ve istenen ölçüde canlanmazsa sizce ne olacak?  

Böyle bir gelişme seçimlere bir yıl kala iktidar açısından kabul edilir değil. Dolayısıyla iktidar, gözünü karartıp bir yandan faiz indirimlerine devam eder, diğer yandan da mali disiplini bir yana bırakıp gaz pedalına basarsa mecburen dışa açık serbest piyasa ekonomisinin kurallarından hem yasal yoldan hem de fiilen uzaklaşmayı son çare olarak deneyebilir. Bu durumda şarampole yuvarlanma riski göz ardı edilemez.  

Şarampol senaryosu nedir?

Kasım 2002’de, 2001 krizinin ardından yapılan kurumsal reformlar (TCMB politika bağımsızlığı, bankalar yasası, özerk kurumlar, kamu maliyesinde şeffaflık vb) temelinde kurulan dışa açık serbest piyasa ekonomi sistemini benimsedi ve 12-13 yıl boyunca değiştirmeden korudu. İzleyen dönemde çeşitli nedenlerle (iç ve dış) sistemde aksamalar görülmeye başlandı ve 2018’den itibaren sistemin artık yüksek büyüme ve gelir artışı yaratamadığı ortaya çıktı. Ya mevcut sistem genel hatlarıyla korunacak ama kaynak tahsisinde öncelikler ve tercihler değiştirilecek ya da sistem değiştirilerek farklı bir yola girilecekti. 2018 yazında böyle düşünüyordum. Türkiye ekonomisi bir kavşağa gelmişti.

Araba şarampole yuvarlanırsa neler yaşanabileceği bu söyleşinin konusu değil. Ayrıca herhangi bir makul öngörüde bulunmak da imkânsıza yakın. Belki şu kadarı söylenebilir: Hiç arzu edilmese, baştan bir B planı olarak planlanmamış olsa bile, ekonomik sistem kaçınılmaz olarak kapalı bir komuta ekonomisine doğru sürüklenebilir.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next