TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Prof. Dr. Fatih Özatay Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Fatih Özatay

TEPAV Makroekonomi Çalışmaları Program Danışmanı

TOBB Ekonomi Ve Teknoloji Üniversitesi Öğretim Üyesi

Türkiye’ye “yeni bir ekonomik program” gerekiyor

Türkiye ekonomisine ilişkin risk algısı yüksek. Bu durum yatırımcıların iştahını olumsuz etkiliyor ve döviz cinsinden borcu yüksek olan kesimlerin bilançolarını bozuyor. Pandemi olsun olmasın, ekonomik kırılganlıklarımızı azaltmak elimizde. Bu da “yeni bir ekonomik program” anlamına geliyor. Hızlı kredi artışına ve dövizle borçlanmaya son verilmesi ile belli başlı reformların hayata geçirilmesi, yeni ekonomik programda önemli rol oynuyor.

Yılın ilk çeyreğinde bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla ekonomimiz yüzde 7 büyüdü. Yılın geriye kalan üç çeyreğinde, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış veriler dikkate alındığında, ilk çeyrek ile aynı katma değeri üretirsek; yani her çeyrekte bir önceki çeyreğe kıyasla ekonomimiz hiç büyümese bile bu yıl 2020’ye göre yine de yüzde 7,5 büyümüş olacağız. İlk yarı dikkate alındığında ise bu oran yüzde 12,9 gibi yüksek bir değer alacak. Temel nedeni belli: İkinci çeyrekte ekonomimiz diğer ekonomiler gibi o kadar çok küçüldü ki, ilk çeyreğe kıyasla hiç büyümesek de ikinci çeyrekte bir yıl öncesinin aynı çeyreğine kıyasla yaklaşık yüzde 19 büyüme oranı yakalayacağız. Bu büyüme rakamları yılın ikinci yarısında ve 2022’de Türkiye ekonomisinde olabilecek gelişmeler hakkında bir bilgi vermiyor, sadece durum tespiti için yararlı. Bundan sonra ne olabileceğine önce pandemi yokmuş gibi bakalım, sonra pandemiyi de resme katalım.

Yüksek risk algısı, yatırım iştahını olumsuz etkiliyor

Türkiye ekonomisine ilişkin risk algısı yüksek. G20 ülkeleri içinde Arjantin’den sonra en yüksek CDS primi Türkiye’ninki. Arjantin’in başı her daim dertte; bir kenara bırakalım. Risk priminin yüksek olması tahvil ve kredi faizlerinin de yüksek olması anlamına geliyor. Aynı ortamda kur hem oynak oluyor hem de yükselme eğiliminde… Çünkü lira cinsinden mali varlıklara olan talep düşüyor, dövize olan talep artıyor. Bu ortam yatırım yapma iştahını olumsuz etkiliyor ve döviz cinsinden borcu yüksek olan kesimlerin bilançolarını bozuyor. Böyle bakınca, 2020’nin üçüncü çeyreği ile bu yılın ilk çeyreği arasında gerçekleşen yüksek büyümenin sürmesi zor görünüyor. Bu koşullar altında, yeni bir olumsuz şok gelmezse ya da bankalar tekrar çok yüksek kredi artışına özendirilmezse, Türkiye ekonomisinin yılın kalanında ve önümüzdeki yıl potansiyelinin belirgin biçimde altında büyümesi beklenir. Elbette ilkini öngörmek mümkün değil, ikincisi ise riskimizi daha da yükseltir.

Pandemi bu resmi biraz daha sevimsiz kılıyor ve bazı sektörleri olumsuz etkiliyor. Son zamanlarda Türkiye’de aşılanan insan sayısında önemli bir artış oldu. Aşılanan kişi sayısı uzmanların önerdikleri düzeye çıkarsa ve aşılar mutasyonlara karşı da etkili olurlarsa, pandemiden kaynaklanan bu olumsuz etkilerin zamanla azalması beklenir. O zaman da dünya ölçeğinde neler yaşanacağı ön plana çıkar. Bu hem ihracatımız hem tedarik zincirleri hem de emtia fiyatları açısından önemli. Bunlar birer risk ve bu riskleri önlemek elimizde değil. Ancak yukarıda özetlenen ve pandemi olmasaydı da bizimle birlikte yaşayacak olan ekonomik kırılganlıklarımızı azaltmak elimizde. Bu da “yeni bir ekonomik program” anlamına geliyor.

Döviz kurlarındaki hareketliliğe bakalım. Bu konuda öngörü sahibi olmak için ekonomi politikasında kapsamlı bir değişiklik olup olmayacağını bilmek gerekiyor. Bunu bilmiyoruz. Peki mevcut ekonomi politikası sürerse ne olur?

Bu durumda iki sebepten ötürü döviz kurlarında hareketlilik beklenebilir:

  1. ABD Merkez Bankası (Fed) faiz artırımını önce çekeceğinin işaretini verdi. Ek olarak şu anda yürürlükte olan parasal genişleme politikasını da gözden geçirme tartışmasına başlayacağını belirtti. Fed’in faiz artırımı süreci, yurtdışından sermaye girişine bağımlı olan ve bu bağımlılığın üzerine bir de ekonomisinde kırılganlıklar bulunan ülkeler için her zaman sorunlu olmuştur. Zira, ABD mali varlıklarının daha cazip hale geldiği bu süreçte, özellikle kırılganlığı yüksek olan ülkelere sermaye girişi azalır. Fed faiz artırımının ne kadar erken gerçekleşeceğinin ve ne denli şiddetli olmasının beklendiğine bağlı olarak, bırakın sermaye girişinin azalmasını, vaktiyle gelen sermayenin bile o ülkeleri terk ettiği görülmüştür. Beraberinde bu ülkelerde kur ve faiz sıçramıştır. Gerçi, bu sefer çok erken ve ölçüsüz bir faiz artırımı süreci yaşanmayacak gibi görünüyor. Dolayısıyla, ekonomik kırılganlıkları fazla olan Türkiye için olumsuz bir süreç başlayabilir ama olumsuzluk ölçülü olacaktır.
  2. Mevcut ekonomi politikası altında kırılganlıklarımız ne yazık ki azalmıyor. Özellikle para politikası alanında yaşananlar kırılganlıkların yüksek düzeyde seyretmesine yol açıyor. TCMB’nin gerektiğinde faiz artıramayacağı kanısı hem tahvil hem de kredi faizlerinin yüksek kalmasına yol açıyor. Paradoksal gibi görünüyor ama değil. Evet, TCMB’nin gerektiğinde faiz artıramayacağı algısı, riskimizi yükseltiyor ve lira cinsinden mali varlıklara olan talebi düşürüyor. Bu, daha az sermaye (döviz) girişi anlamına geliyor. Yani, yüksek kur ve yüksek faizin hüküm süreceği bir ortam anlamına geliyor. Bu ortamda, günlük haberlere bağlı olarak kur oldukça oynaklaşır. Ama ana eğilimi yükselme eğiliminde olur.

Fed’in kararını değiştirmek elimizde değil ama ikinci nedeni ortadan kaldırmak elimizde. Mevcut ekonomi politikası kırılganlıklarımızı azaltacak bir biçimde yeniden şekillenirse elbette durum değişir. Böyle bir politika ekonomik temellerimizi sağlamlaştırdığı ölçüde riskimizi azaltır, yatırım yapma ufku genişler, dövize olan talep ve dolayısıyla kur düşer, beraberinde faizler de.

Peki, ekonomik temellerin düzeltilmediği bir ortamda TCMB kur oynaklığını azaltacak politikalar uygulayamaz mı?

Böyle bir ortamda TCMB’nin manevra alanı çok sınırlı olur. Zira ekonomik temelleriniz bozuksa, onları düzeltmeye çalışmalısınız. Bunu yapmıyor ve yüksek kur- yüksek faiz gibi sonuçlarıyla kavgaya tutuşuyorsanız başarılı olamazsınız. Beğenmediğiniz kur hareketi ekonomik temeller ile uyumlu ise yani “hak edilmiş bir hareketse” bunu engellemeniz mümkün değil. Ekonomik temelleri değiştirmeye çabalayan bir ekonomik program hazırlığı varsa ve bir süre sonra uygulamaya konulacaksa, zaman kazandırıcı işlemler yapabilirsiniz. Faiz artırabilir ve döviz satabilirsiniz. Böyle bir program yoksa kurdaki hareketi seyretmekten başka çareniz kalmaz. Kurdaki gidişatı faiz artırarak ve döviz satarak şimdi önleseniz bile, kısa bir süre sonra kur tekrar o hoşlanmadığınız hareketi sürdürür. Ekonomik temelleriniz sağlam ama kur yine de artıyorsa çok büyük ihtimalle bir balon oluşuyordur. O balonu patlatmak için elbette döviz satabilir ve faizi artırabilirsiniz.

Mevcut koşullar altında enflasyon, yüksek kalmaya devam edecek

Enflasyona gelince… Ne yazık ki, mevcut ekonomi politikası altında yüksek kalmaya devam edecek. Temel nedeni enflasyona ilişkin yüksek sesle ve güçlü biçimde dile getirilen şikâyetlerin eksikliği. Özellikle iş dünyasından... “Enflasyonu düşürelim, diyorsunuz, peki üretime ve istihdama ne olacak?” diye soruluyor genellikle. Bunu dile getirenler yanılıyor. Türkiye gibi ekonomisi kırılgan bir ülkede, yüksek enflasyonu yaratan ortam, belirsizliğin de yüksek olduğu, yatırım yapma ortamının iyi olmadığı, riskin, kurun ve faizin yüksek olduğu bir ortam anlamına geliyor. Dolayısıyla, bizim gibi ülkelerde yüksek enflasyon aynı zamanda yüksek işsizlik ve kapasite altında üretim demek.

Beş adımda “Yeni ekonomik program”

1. Enflasyonla mücadelede samimi olunduğu gösterilmeli. Bu çerçevede, gerektiğinde faizin artırılmasından kaçınıldığı algısı ortadan kaldırılmalı. TCMB, karmaşık mekanizmalarla piyasayı fonlamayı bir daha denememeli. Önerdiğime benzer bir programla Türkiye’ye ilişkin risk algılamasının azalması ve sermaye girişinin başlamasıyla döviz rezervlerini güçlendirici adımları döviz piyasasının işleyişine müdahale etmeden atmalı.

2. Dünyanın her yerinde çok hızlı kredi artışının finansal sistemin sağlığı açısından önemli bir risk olduğu unutulmamalı. Nisan-Ağustos 2020 döneminde kamu bankaları çok hızlı kredi artışına gittiler. Aynı süreçte özel bankalar kredi artışına gitmeye zorlandılar ve piyasa dengelerini bozan ve finans sisteminin sağlığı açısından iyi olmayan “aktif rasyosu” denilen uygulama başlatıldı. Bu uygulamalara bir daha dönülmemeli.

3. Bütçe açığı pandemi nedeniyle alınan önlemlere bağlı olarak arttı. Ama bu önlemler doğrudan gelir desteğine ihtiyaç duyan kesimlerin yarasına yeterince merhem olamadı. Pandeminin yılın ikinci yarısındaki seyrine bağlı olarak doğrudan destekler gerekebilir. Bu, bütçe açığını biraz daha artırabilir. Ancak kamu borcunun GSYH’ye oranının uluslararası ölçütler açısından düşük bir düzeyde olduğu dikkate alındığında, bu desteği vermek sakınca doğurmaz. Bir koşulla: 2022’den başlayarak bütçe açığındaki artışı önce durduracak sonra tersine çevirecek bir mali plan açıklamak gerekir. Öte yandan, hazinenin borcunun yarısı döviz cinsinden. Kur sıçramaları bütçe dengesini bozuyor. Özellikle kendi vatandaşlarımızdan bu tür borçlanmaya son vermeliyiz.

4. TCMB ve BDDK bağımsız olmalı. Kamu bankalarının sermayeleri güçlendirilmeli. Tüm bankalarda artacak geri dönmeyen kredi probleminin çözümü için şimdiden kolları sıvamalı. Hazine, koşullu gelir ve borçlanma garantilerinden bütçeye gelebilecek yük hakkında şeffaf olmalı. Tüm bu adımlar, Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını azalacaktır.

5. Birkaç acil reform gerekiyor:

- Listenin başında adil bir hukuk sistemi, bağımsız bir yargı ve liyakate dayalı atama sistemi olmalı.

- Yurt içi tasarruflarımız düşük olduğu için büyük ölçüde yurt dışından borçlanarak gerçekleştirdiğimiz yatırımların lüks konut ve benzeri üretken olmayan alanlara kaymasını engellemek için arazi rantı vergilendirilmeli. İhale kanunu değiştirilmeli.

- Daha nitelikli öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirecek adımlar atılmalı.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next