ODTÜ İşletme Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Ufuk Batum Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

“Yeni devir, ‘değer üretme’ devri olacak”

“Ülkemizin Ar-Ge inovasyon gelişimini sadece kamu desteklerinden, hukuki düzenlemelerden ve kamu kuruluşlarının istikamet göstermesinden beklememek lazım. Ar-Ge ve inovasyon, ağırlıklı olarak değişim yönetiminden, sivil iradeden ve hür teşebbüsten geçiyor. Önümüzdeki yıllarda hem büyük şirketlerimizin hem de KOBİ’lerimizin gelirleri üzerinden kayda değer bir bütçeyi Ar-Ge’ye, inovasyona ve kültürel dönüşüme ayırmaları gerekiyor. Bu bütçeyi de harcama olarak değil, gerçek anlamda bir yatırım olarak değerlendirmeli.”

Ar-Ge ve inovasyon günümüz iş dünyasının kilit unsurlarından biri haline geldi. İnovasyon deyince aklınıza ilk olarak ne geliyor?

Özellikle gelişmiş pazarların rekabetçi ortamında; Ar-Ge ve inovasyon, şirketler için hayatta kalma ve başarılı olma araçları olarak değerlendiriliyor. Teknoloji gelişiminin hızı öyle yüksek ki bunu es geçen şirketler müşteri kaybediyor, piyasa değeri düşüyor, küçülmeye hatta iflasa sürükleniyor. İnovasyon; yeniliği hayata geçirmenin, bunu ticarileştirmenin en etkin yolu. İnovasyon aslında geçmişi değil geleceği planlamak, her daim artan müşteri beklentilerine odaklanmak, rakipten/rekabetten bile öğrenmek anlamına geliyor.

Sizce bugün dünyada Ar-Ge alanında önemli trendler nelerdir? Gelecekte bu trendlerin nasıl değişeceğini düşünüyorsunuz?

Ar-Ge alanındaki en büyük trend ne kadar büyük olursanız olun, ne kadar bol kaynağa sahip olursanız olun Ar-Ge’yi sadece içeride değil, ağırlıklı olarak dışarıda aramak. Akıllı ve çevik şirketler son 30 yılda elde ettikleri deneyimle biliyorlar ki üniversiteler ve startup’lar çok büyük insan kaynaklarına sahipler. Ne yazık ki büyük şirketlerde ister istemez memurlaşma yaşanıyor. Sabah 9, akşam 6 arası çalışanların üretimleriyle, bütün hayatı adeta 7/24 kendi kurduğu startup’ta geçen girişimcilerin üretim kabiliyeti, heyecanı, tutkusu arasında kayda değer farklar var. Startup’lar daha hızlı ve daha az kaynakla sonuç üretiyor. Kısacası bu iki farklı yapının motivasyonları oldukça farklı. Büyük şirketler artan bir şekilde startup’larla çalışmayı öğreniyor, yetenek envanteri çıkartıyor ve startup’lara iş veriyor, eş-geliştirme (co-development) ortamları yaratıyor.

Türkiye’de Ar-Ge ve inovasyon için sunulan olanakları ve teşvikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Eklenmesi gereken teşvikler var mıdır? İyi ve yararlı bulduğunuz örnekler var mı?

Türkiye Ar-Ge ve inovasyonda oyuna geç giren bir ülke. Bu açıdan ekosistemi hızlandırmak için kamu kurum ve kuruluşları çok önemli gayretler gösterdi; çeşitli programlar, teşvik ve hibeler hazırladı. Bu kaynaklar oldukça iyi niyetli bir yaklaşımla arka arkaya açıklandı, uygulandı. Bunu takdir ediyorum. Son 10-15 yılda ortaya çıkan bütün bu desteklerin ekosistemin kurulmasına ve kültürün tabana yayılmasına imkan verdiğini söylemeliyim. Ancak bu destekler çok sayıda başarı örneği yaratamadı. Çünkü bu amaç için kullanılan kamu bütçesi çoğu zaman kamu marifetiyle yavaş, bürokratik ve bir miktar da gecikerek kullanıldı. Bu bağlamda destek çeşitliliğini daraltmayı, destek tutarlarını artırmayı ve uygulamayı hızlandırmayı önermek istiyorum. Desteklerin “akıllı arayüzler” marifetiyle piyasaya sunulmasından daha büyük fayda sağlanacağına inanıyorum. Kısacası bu değişikliklerle girilecek yeni dönem artık “değer üretme” dönemi olacaktır.

Sizce Türkiye inovasyon konusunda hangi aşamada? Ülkemizin Ar-Ge inovasyon anlamında küresel rekabette yol kat edebilmesi için gerekli reformlar nelerdir?

Türkiye inovasyon konusunu geç fark etti. Özellikle, finansal gücü olan büyük şirketler bugün bile halen ağırlıklı olarak inovasyonu istihdam ettiği iyi üniversite mezunlarından ve iç departmanlarından beklemekte. Tabii bu kategorik olarak bir hata, arkaik bir yönetim anlayışı. Son birkaç yılda bu konuda ufak tefek iyileşmeler olsa da halen çok az sayıda şirket kendi ofisinin, fabrikasının, konfor alanının dışına çıkabiliyor ve gençlerin enerjisini, üniversitelerin araştırma gücünü doğru bir iş birliği modeliyle iş süreçlerine katabiliyor.

Ülkemizin Ar-Ge inovasyon gelişimini sadece kamu desteklerinden, hukuki düzenlemelerden ve kamu kuruluşlarının istikamet göstermesinden beklememek lazım. Ar-Ge ve inovasyon, ağırlıklı olarak değişim yönetiminden, sivil iradeden ve hür teşebbüsten geçiyor. O anlamda, önümüzdeki yıllarda hem büyük şirketlerimizin hem de KOBİ’lerimizin gelirleri üzerinden kayda değer bir bütçeyi Ar-Ge ve inovasyona, kültürel dönüşüme ayırmaları gerekiyor. Bu bütçeyi de harcama olarak değil, gerçek anlamda bir yatırım olarak değerlendirmeli.

İnovasyonun, patent düzeyinde geliştirmelerin ülkemizde sayısının artması için sizce yapılması gerekenler nelerdir?

Bu konuları geliştirmenin en temel yolu girişim ve yatırım ikliminin yalın, adil, çevik ve kolay erişilebilir olmasıyla mümkün. Türkiye, henüz açık inovasyona inanmadı ve halen ister startup düzeyi olsun, ister büyük şirketler düzeyi olsun Ar-Ge ve inovasyon çok gizli saklı bir konu olarak algılanmakta. Bu durum, kurum içi ve kurum dışı kapasitenin inşasını, rahat ve hızlı çalışan bir ekosistemin yeşermesini baskılıyor. Şüphesiz bazı konuların gizli saklı kalması gerekebilir. Ancak, bu alanda yapılan geliştirmelerin ve projelerin çok önemli bir kısmı ortak aklı, yenilikçi iş modellerini ve “rekaberliği” (rekabet ve beraberlik) gerekli kılıyor.

İşte bu adeta ilkokuldan itibaren kazandırılması gereken bazı becerilerle mümkün: Ekip çalışması, organizasyon becerileri, iletişim, güvenin tesisi ve paylaşma kültürü gibi… İşte bu kültürü dönüştürmek zaman ve emek istiyor. Ama şunu da vurgulamak isterim ki, uluslararası rekabet bize bunu bir zorunluluk olarak dayatıyor. Bu hususta olumlu düzeyde gelişmeler yaşamaya başladığımızı görmeye başladık.

Türkiye çevresel ve konjonktürel sıkıntılara rağmen çok önemli fırsatlara sahip ilginç bir ülke. Bugün dünyada, rahat yatırım yapılabilecek 4-5 büyük ülkeden biri. Hem büyük şirketler hem de startup’lar için en önemli konu yatırım ve girişim iklimini iyileştirmek ve çevikleştirmektir. Burada da hepimize önemli görevler düşüyor.

Türkiye’nin ve Türk sanayinin inovasyon kapasitesi nasıl yukarı çekilebilir?

İnovasyon kapasitesini yukarı çekebilmek için örneğin staj müessesesini kendimize bir dayatma olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Gençleri iş kültürüne daha erken yaşlarda katmanın yöntemlerini bulup uygulamalıyız. Startup’ların müşteri bulmaları ve hatta ürünlerini büyük şirketlerle beraber co-development anlayışı içerisinde geliştirmelerinin önü açılmalı. Türkiye henüz B2B ve/veya B2C alanında early adapter (erken müşteri) refleksine sahip değil. Böyle olunca startup’ların tutunma ve hayatta kalma şansları çok düşük oluyor. Bir başka konu ise özellikle yüksek bütçeli ve uzun dönemli Ar-Ge süreçlerinde birkaç büyük (belki de rakip) şirketin birbiriyle beraber çalışma kültürüne ihtiyacı varken, bunu çoğu zaman ne yazık ki göremiyoruz. Aslında inovasyon kapasitesinin en temel haliyle “insan kalitesi” ve “iş modellemesi” anlamına geldiğini unutmayalım.

Türkiye çevresel ve konjonktürel sıkıntılara rağmen çok önemli fırsatlara sahip ilginç bir ülke. Bugün dünyada, rahat yatırım yapılabilecek 4-5 büyük ülkeden biridir. Yeter ki, bütün kurum ve kuruluşlarca hepimiz işlerimize odaklanalım ve ev ödevlerimizi tamamlayalım. Hem büyük şirketler hem de startup’lar için en önemli konu yatırım ve girişim iklimini iyileştirmek ve çevikleştirmektir. Burada da hepimize önemli görevler düşüyor.

Dünyada otomotiv sektörünün Ar-Ge ve inovasyon performansı konusunda neler söylemek istersiniz?

Otomotiv sektörünün “core teknolojileri” hızla değişiyor. Bu açıdan bakıldığında otomotiv üreticileri, mevcut teknolojilerle zorlanmakta. Çünkü özellikle yapay zekâ, yakıt pilleri, ileri malzemeler, yazılım, sensörler gibi çağımızın yeni teknolojileri otomotiv sektörünün geleceğini şekillendiriyor. Nitekim dünyanın büyük otomotiv üreticilerinin ve markalarının dünyanın hemen her tarafında nitelikli teknoloji firmalarına yatırım yaptığını, hisse satın aldığını veya stratejik iş birlikleri yaptığını görüyoruz. Çünkü, yaşadık ve gördük ki, kendi başına eski teknojileri ile baş başa kalan üreticiler oyundan koptular, hatta 15-20 yıl önce var olan şirketlerin, markaların bazılarının bugün olmadığını biliyoruz. Nitekim, otomotiv üreticilerinin kar marjlarının arzu edilen yerlerde olmadığı, artık geleneksel bir sektör olarak gördüğümüz otomotivin yeni teknolojilerle buluştuğu noktada rahatlayacağını, kar marjlarını arttıracağını, daha yüksek piyasa değerine erişeceğini öngörmek mümkün.

Çalışmalarınızda özel sektör veya kamu kurumları ile iş birliği yapıyor musunuz, yapıyorsanız bu çalışmaları ne şekilde yürütüyorsunuz?

Evet, sahaya çıktıkça, problemlerle yüzleştikçe özel sektörle daha fazla çalışma ve iş birliği yapma potansiyeli oluşuyor. Genelde üniversitelerimizin yapısal sorunları arasında steril kampüs ortamlarından çok fazla dışarıya, sahaya, sektöre çıkmamak geliyor. Nitekim, bir kamu politikası olarak Türkiye bu eksiği gidermek için teknoparkları ve Teknoloji Transfer Ofislerini (TTO) hayata geçirdi. Çünkü üniversite ile sanayi arasında etkin arayüzlere ihtiyaç duyulmakta. Bu uygulama deneniyor ve yavaş yavaş gelişiyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi teknoparkında otomotiv sektörüne ilişkin yapılan çalışmalardan bahseder misiniz? Teknokent ve teknoparklarda otomotiv sektörü için fırsat olabilecek unsurlar nelerdir?

Hem ODTÜ Teknokent’in hem de özellikle İstanbul, Kocaeli, Bursa ve İzmir bulunan teknoparklarda, çok nitelikli ve teknolojik alanlarda önemli geliştirmeler yapan şirketler mevcut. Farklı teknoparkların kurucusu, yöneticisi ve danışmanı olma hasebiyle yüzlerce startup’ı yakından tanıma fırsatı bulduğumu söyleyebilirim. Bu şirketlerin bazılarına yatırımcı bulma, iş modellerini iyileştirme, iş geliştirme vb. destekleri sağlayabilmek için onlarla mentor-mentee ilişkisi içerisinde çalıştık. Bu deneyimle vurgulamak isterim ki, otomotiv sektörümüz için kayda değer fırsatlar söz konusu.

Nitekim buna benzer güçlü bir yaklaşım savunma sanayisinde kendisini gösterdi ve Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu birçok araç, gerek ve ekipman Türk mühendislerinin ve uzmanların çalıştığı startup’lar tarafından geliştirildi, savunma sanayisinin büyük oyuncularına tedarik edildi. Aynı şekilde, otomotiv üreticilerinin de özellikle teknoparklarda bir yetenek envanterini tarama ve kendilerine uygun şirketlerle iş birliği yapma potansiyeline sahip. Şüphesiz ki, bu denemelerin içerisinde doğal olarak risk faktörü de söz konusudur. Son bir söz olarak unutmayalım ki, Ar-Ge ve inovasyonun fıtratında “yüksek risk, yüksek getiri” yaklaşımı hakimdir.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next