“Pasta küçülüyor, kavga büyüyor”
“Gerçek ticaret savaşlarının kazananı yoktur, herkes kaybeder ve sistem çöker. Anlaşılıyor ki, ticaret savaşı daha çok su kaldıracak. Bu süreçte, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler ustalıklı manevralarla kısmi başarı ve avantaj sağlayabilirler. Ancak, sürdürülebilir rekabetçi avantaj sadece normalleşme ve istikrar temelleri üzerinde yükselebilir.”
Dünya ekonomilerinin şu andaki ekonomik ve sosyal tablosu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Küresel ekonomilerdeki gelişmeler yönünden değerlendirebilir misiniz?
2019’a girerken ortaya koyulan tüm ciddi ve “ayakları yere basan” çalışmalar; ekonomik büyüme ve genişleme cephesinde karamsar bir tabloya işaret etmişti. Nitekim, senenin ilerleyen dönemlerinde söz konusu öngörülerin daha kötümser bir düzlemde seyrettiğini; 2020’ye de sirayet edebilecek bir “küçülme tablosu”nun somut rakamlarının ortaya çıktığına şahit oluyoruz. Genel; geçer bir ifadeyle “büyüme özürlü” bir dünyada yaşadığımızı ifade edebiliriz. OECD, IMF, Dünya Bankası ve benzer tüm uluslararası kuruluşlar kadar özel araştırma şirketleri ve uzmanların görüş ve değerlendirmeleri de, aynı yönde vurgu yapmaya devam ediyor. Kısacası, “pasta küçülmekte; kavga büyümekte”dir.
Ticaret savaşlarının ekonomimize ve global ekonomilere etkileri hakkında neler söylenebilir?
Başkan Trump’ın görevi devir alması ile birlikte gündemden düşmeyen yeni bir başlık, dünyanın başat dinamiği haline geldi; “Ticaret Savaşı” söylemi adeta dillere pelesenk oldu. Esasen bu deyimin kavramsal ve teknik içeriğinden çok farklı şekilde kullanıldığını kabul ve tespit etmek durumundayız. Yaşanan süreç, gerçek manada bir “ticaret savaşı” olarak nitelendirilemez. Bu şemsiye ve başlık altında sürdürülen bir “rakibe karşı avantaj kazanma – üstünlük sağlama” taktik ve manevralarının sürdürülmesinden ibarettir. Nitekim, Başkan Trump’ın göçmen akınıyla ilgili olarak geçtiğimiz haftalarda Meksika’ya karşı uyguladığı ve hiçbir teknik argüman ve temele dayanmayan ticari(!) yaptırımları, bu tespitin en taze örneklerinden birini oluşturmaktadır. Aslında, bu bakımdan şanslı olduğumuzu kabul etmeliyiz. Gerçek ticaret savaşlarının kazananı yoktur, herkes kaybeder ve sistem çöker. Anlaşılıyor ki, ticaret savaşı “daha çok su kaldıracak ve sofralarımızda eksik olmayacak bir pilav”dır. Bu itişme – kakışma ve rakibe üstünlük sağlama mücadelesinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler ustalıklı manevralarla kısmi başarı ve avantaj sağlayabilirler. Vietnam ve Avusturalya buna en iyi örneklerdir. Ancak, sürdürülebilir rekabetçi avantaj sadece normalleşme ve istikrar temelleri üzerinde yükselebilir.
Halen Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı konumundaki Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişmeler göz önüne alındığında belli başlı ekonomiler açısından neler bekliyorsunuz? Brexit’in ne gibi etkileri oluyor? FED ve Avrupa Merkez Bankası’nın izleyeceği politikalar hakkında öngörülerinizi alabilir miyiz?
Büyüme özürlü bir konjonktürde, tüm dünya ekonomilerinin sıkıntılı bir süreç ve opsiyonların kısıtlandığı bir sarmal içine girdikleri açıktır. Özellikle Avrupa Birliği, kuruluşundan bu yana karşılaştığı en büyük kriz girdabının tam da ortasında Brexit belirsizliği ile keskinleşmiş bir çözümsüzlük kıskacında çırpınmaktadır. Parasal genişleme ve faiz indirimi mekanizmaları ile ekonomik ataletini kıramayan; yaşlanan ve geride kalan bir profil ile karşı karşıyayız. Tarihin bu görkemli uluslar-üstü birlikte yaşama projesi, çözüm ve politika üretebilme alanında kısır bir sürece mahkum olmuştur. Keza Birlik ülkelerinde popülist politika ve akımların güçlenmesi bu tespitin doğal ve beklenilir bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Sıkıntımız, Türkiye özelinde AB’nin bir numaralı dış ticaret partnerimiz olmasıdır.
“Türkiye ekonomisinin genel seyrindeki görece iyileşme ve yukarı yönlü gelişmeler özellikle son çeyrek için beklentileri olumlu düzleme taşıyacaktır”
Önümüzdeki dönemde ekonomideki seyri etkileyebileceğinizi düşündüğünüz önemli başlıkları okuyucularımızla da paylaşır mısınız?
Türkiye ekonomisinde, global konjonktüre bağlı bir “büyüme sıkıntısı” yaşandığı ortadadır. Ancak, ekonominin genel seyrindeki görece iyileşme ve yukarı yönlü gelişmeler özellikle son çeyrek için beklentileri olumlu düzleme taşıyacaktır. Yılın tamamında, minimal düzeyde dahi olsa, sıfırın üzerinde bir büyüme oranı ile 2020 beklentilerinin olumluya dönmesi, kuvvetli ihtimaldir. TCMB’nin faiz indirimi patikasında kararlı ve yüksek marj kullanmaktan çekinmeyen tutumunu sürdüreceğini öngörüyor ve bir takım beklentilerin aksine, yüksek oranlı faiz indirimlerinin paritede TL aleyhine yukarı yönlü hareketlere yol açmayacağını ifade ediyoruz. Senenin 6 TL’nin altında bir düzey ile sonuçlanacağını kuvvetli bir ihtimal olarak paylaşmak isteriz. Ülke risk priminin daha makul düzeylere doğru seyretmesi beklenilen bir gelişme olup, cari açık konusunda – henüz sürdürülebilirlik kriteri sağlanamamış olsa dahi – görülecek müspet gelişmelerin önümüzdeki aylarda hakim unsur olarak ön plana çıkacağını söyleyebiliriz. Hatta “cari fazla” söyleminin birkaç ay üst üste gündemde kalacağını belirtmeliyiz. Merkez Bankası faiz indirimlerinin bankacılık sektörü tarafından benimsenmesi ve gereğinin yapılması, tüm beklenti ve telkinlere rağmen, hemen gündeme gelmesi zor bir duruma işaret etmekte; kamu bankalarının öncü ve sinyal etkisi yaratmaya yönelik aksiyonlarının yaygınlık kazanması için önümüzdeki yılı beklemek daha sağlamcı bir yargıyı oluşturmaktadır. DTH stokundaki görece azalma; henüz öngörülebilir bir düşüş patikasına girmemiş olup, bu tablo, ekonomideki genel risk algısını zayıflatan bir unsur olarak varlığını sürdürmektedir.
Geçtiğimiz yıl yaşanan “kur şoku” deneyiminin travmatik etkileri bireysel ve kurumsal bazda halen gözlenmektedir. Öte yandan enflasyon seyrinde görece bir iyileşme öngörülmekte olup sene sonu manşet düzeyin yüzde 14’lerin altına inmesi, 2020 beklentilerini olumlu platforma taşıyacak; enflasyon stokunu azaltıcı etkide bulunacaktır. Ancak, yüzde 5’lik angaje ve deklare hedefin henüz çok üzerinde olunduğu gerçeğini tespit etmek ve ona göre kararlı politikaları, ödünsüz ve fasılasız sürdürmek mecburiyetindeyiz.
Türkiye’nin bir numaralı problemi; enflasyon düzeyini makul ve sürdürülebilir düzeylere çekmektir. Mevcut enflasyon düzeyleri ile genel anlamda güvenilir bir ekonomi iklimi yaratmak imkansızdır.
Ekonomimiz yönünden ne gibi adımlar atılmasına ihtiyaç var?
Türkiye’nin öncelikli ve ana problemi-enflasyon oranının makul düzeye çekilmesi asgari şartı temelinde-ekonomik büyüme formülünün yeniden yazılması ve sürdürülebilir platformda dizayn edilmesidir. Ezberlere dayanmayan; rekabetçi avantaj analizleri temelinde formüle edilmiş yeni bir büyüme modeline muhtacız. Açıkçası, büyüme ekonomik esenliğimiz için ‘’gerek şart’’ olup, ancak ve sadece, “ekonomik kalkınma/refah”, “yaşam kalitesi” unsurlarıyla terbiye edildiği oranda yeterli ve sürdürülebilir çözümleri ve sonuçları sağlayabilir. Herkesi ve her kesimi kucaklayan bir yaklaşıma, her zamankinden çok ihtiyaç bulunmaktadır.
Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Otomotiv sektörü, Türkiye ekonomisinin rekabetçi avantaj profilinde her daim ön planda yer almış; katma değer üretim ve paylaşımında örnek alınacak uygulamaları sergileme beceri ve başarısını kesintisiz sürdürmüştür. Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi geleceğinin ekonomi mimarisinde en önemli tayin edici ve taşıyıcı bir dinamik olma vasfını hiç şüphesiz uzun yıllar koruyacaktır.