Son 30 yılda bilişim teknolojileri ve internetin hızlı gelişimi ekonomik büyüme için yeni bir çerçeve ve fırsat sundu. Bu dönemde bilgi edinmenin ve paylaşmanın maliyeti süratle düşerken, bilginin üretim süreçlerine uygulanması ekonomik aktivitede büyük değişimler yarattı. Ürünlerin yaşam süresinin kısaldığı, tüketici taleplerinin yükseldiği ve küresel ticarette rekabetin yoğunlaştığı bu dönemde, şirketler yeni fikirler üretme ve bilgiyi ticari ürünlere dönüştürme süreci olan inovasyon için giderek daha fazla çaba ortaya koymakta.
Günümüzde yukarıda sözü edilen gelişmeler ışığında, daha yüksek seviyede çıktı elde etmenin yalnızca üretim faktörlerinin (toprak, işgücü, sermaye ve hammadde) miktarı veya niteliğine değil, aynı zamanda ülkede var olan teknolojinin gelişimine de bağlı olduğu yaygın olarak kabul görüyor. İnovasyon sonucu hayat bulan teknolojiler yeni üretim metotlarının, geliştirilmiş materyallerin ve üstün işlevselliğe sahip ürünlerin ortaya çıkmasına imkân sağlıyor. İnovasyon ayrıca hammadde ve enerji sarfiyatını düşürme yoluyla üretimin atık ve çevre kirliliği gibi istenmeyen etkilerini azaltabiliyor ve doğanın korunmasına katkı sağlayabiliyor.
Beşerî sermaye ve mevcut bilgi birikiminden faydalanan, nihai olarak bilimsel veya teknik bir çıktı elde eden ve piyasanın ihtiyacını karşılayan yeni ürün ve hizmetlerin gelişmesini sağlayan araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) aktiviteleri, bilginin ve inovasyonun yaratılması sürecinde kilit bir rol oynuyor. Nitekim ekonomik büyüme performanslarını geliştirmek veya büyümenin sürekliliğini sağlamaya çalışan ülkeler Ar-Ge yatırımlarına büyük önem veriyorlar.
Ar-Ge harcamalarının Gayrisafi Yurtiçi Hasılaya (GSYH) oranı olarak ifade edilen Ar-Ge yoğunluğu göstergesinde ilk 10 sırada bulunan ülkeler 1998-2017 arasında yatırım yoğunluklarında yaklaşık ortalama yüzde 0,7 artış sağlamış durumdalar. Öte yandan Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler küresel ticarette entegre ve rekabetçi olarak kalabilmek için çaba sarf ediyor.
Hızlanma zamanı
Emek-yoğun imalattan uzaklaşarak, verimlilik artışları elde etmek ve tabana yayılmış bir büyüme sağlamak inovasyon gerektirir. Yeni bilgi ve fikir üretiminde büyük öneme sahip Ar-Ge harcamaları ise inovasyonun temelini oluşturur. Türkiye’nin 2000’lerde başlayan Ar-Ge atağı, havacılık ve uzay, savunma ile ilaç teknolojileri gibi ulusal hedeflere yoğunlaştı. Geçen süre zarfında hem özel sektör hem de kamu tarafında kaydedilen yüksek artışlara rağmen Türkiye’nin Ar-Ge yoğunluğunun yüzde 0,96 ile yüksek gelirli ülkeler ortalaması olan yüzde 1,78’nin belirgin olarak altında kaldığı görülüyor.
Türkiye’nin 2023 hedefleri yüzde 3’lük Ar-Ge yoğunluğu hedefini işaret ediyor. Ayrıca özel sektörün Ar-Ge harcamalarının toplamın üçte ikisini oluşturması hedefleniyor. 2023’e kadar bu rakamlara varılması pek mümkün olmasa da, söz konusu hedefler uzun vadede sürdürülebilir büyümede rol oynayacak.
Firmalar finansal engellerle karşılaşıyor
Uluslararası ticarette giderek sertleşen rekabet koşulları içerisinde şirketler yalnızca iş modellerini iç ve dış değişkenlere hızlı adapte etmeye değil, müşteri ihtiyaçlarını tahmin etmek, karşılamak ve verimlilik artırıcı çözümler üretmeye de odaklanmak zorunda. Bu durum, Ar-Ge aktivitelerinin istikrarlı bir şekilde yürütülmesini zorunlu kılıyor. Ancak, Ar-Ge harcamalarının kendine özgü özelliklerinden doğan finansman engelleri, bu yatırımlar üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaratıyor.
Sermaye yatırımlarının aksine, Ar-Ge yatırımları aynı sektör içinde faaliyet gösteren şirketler arasında bile önemli farklılıklar gösterebiliyor. Bu nedenle kreditörlerin başka bir şirketin yatırımını inceleyerek söz konusu ArGe yatırımının verimliliği ve değeri ile ilgili bilgi edinme imkânları oldukça azdır. Organize piyasalar fiziki veya finansal birçok varlık için gerekli bilgileri fiyatlar vasıtasıyla kreditörlere aktarırken, Ar-Ge ürünleri için bu imkânın olmaması bir başka dezavantajı oluşturuyor.
Belirsizlik Ar-Ge yatırımlarının önemli bir unsuru. Teknik açıdan Ar-Ge aktivitesinin sonucunda yeterli bir inovasyon çıkmaması riski mevcutken, stratejik olarak rakip bir firmanın aynı veya benzer bir Ar-Ge çalışmasını yürütüyor olması söz konusu olabilir. Her iki durumda da çalışmayı yürüten firma projeye başlamadan önce öngördüğü rekabet avantajını ve kazanımları elde edemeyecektir. Bu belirsizliklerin çözülmesi durumunda dahi firmanın iş modelinin elvermemesi dolayısıyla inovasyondan elde etmesi beklenen kârı yakalayamama tehdidiyle karşılaşabilir. Bununla birlikte Ar-Ge yatırımları sonucunda ortaya çıkan maddi olmayan varlıkların ikincil piyasalarda satışı mümkün değildir ve teminat olarak kullanılmaları zordur. Dolayısıyla Ar-Ge faaliyeti satılabilir bir ürün yaratma ile sonuçlanmaz ise, projenin artık değeri benzer boyuttaki bir sermaye yatırımınkinden çok daha az olur. Başka bir teminatın olmadığı durumlarda dış fon çok daha pahalı hale gelir.
Yapıları gereği inovatif projeler, firmaların yeni ürünler üretmesini ve uzun dönem rekabet avantajı elde etmesini sağlayacak karmaşık ve projeyi yürüten firmaya özel süreçleri içerir. Bu projeler üretim süreçleriyle ilgili hassas bilgileri taşıdığından dolayı, firma temsilcileri bilginin sızması ihtimaliyle borç verenlere bilgi sağlamakta isteksiz olabiliyorlar. Temsilcilerin projeye ilişkin teknolojik bilgisi ve risk alma iştahı ahlaki tehlike ve ters seçim gibi sonuçlar yaratabiliyor. Bu açıdan asimetrik bilgiye dayalı sorunlar Ar-Ge yatırımlarında diğer yatırımlara oranla çok daha ciddidir. Finansal kurumların birçoğunun inovatif teknolojileri doğru biçimde değerlendirebilecek bilgi ve beceriye sahip olmaması, yatırımları caydırabiliyor.
Yukarıda da açıklamaya çalıştığımız gibi Ar-Ge yatırımları sonuç riski taşıdıkları gibi, uzun geri dönüş süresi ve düşük teminat değerine sahip oluyorlar. Ar-Ge’nin kredi finansmanı, bu belirsizlik unsurlarından olumsuz etkileniyor. Zira borç verenin projeden elde edilen kârdan herhangi bir pay almaması söz konusu kredilerde belirsizliği dengelemenin tek yolu olarak yüksek faiz oranlarını bırakıyor.
Beşeri sermaye en büyük değer
Ekonomiler üstün ürün ve hizmetler üretebilme becerilerini korumak için beşeri sermaye birikimini becerileri artırmak suretiyle gerçekleştirmek zorunda. Durağan yapısal dönüşüm ve sınırlı beşeri sermaye birikimi büyümeyi engelleyen bir kısır döngü yaratma potansiyeline sahip. Dünya Bankası’nın 2018 yılında yayımladığı bir çalışma ülkelerin servetlerinin bileşenlerine ışık tutuyor. Çalışmanın Türkiye’ye ilişkin sonuçları oldukça çarpıcı. Çalışma, Türkiye’nin beşeri sermaye seviyesi yüksek gelirli ülkelerin beşte biri seviyesinde olduğunu ortaya koyuyor. Beşeri sermayenin toplam servet içindeki payı yalnızca yüzde 29. Bu oran yüksek gelirli ülkelerde yüzde 59. Rakamlar fiziki ve doğal sermaye ile karşılaştırıldığında beşeri sermayede çok daha ciddi bir eksiklik olduğuna işaret ediyor.
Orta gelir tuzağından kaçınma çabalarında Türkiye teknoloji ve inovasyona dayalı bir büyüme için gerekli olan becerilere öncelik tanıyan bir eğitim sistemine ihtiyaç duyuyor. Eğitim kurumlarının inovasyon temelli sektörlerle işbirlikleri oluşturması ve toplumun tüm kesimleri için eşit eğitim olanaklarının ulaşılabilir kılınması içinden geçilen dönüşüm sürecine katkı sağlayacaktır.
İşbaşı eğitim de yeni teknolojilerin benimsenmesi ve daha yüksek beceriler gerektiren işlere geçiş yapmada önemli bir başka araç. Ar-Ge aktivitesinin sınırlı olduğu alanlarda bile beşeri sermaye birikimini destekleme potansiyeline sahip olan işbaşı eğitimlere şirketlerce daha fazla ağırlık verilmesi, çalışanlara sürekli öğrenme ve daha çeşitli sayıda ürün üretme imkânı verir. Bu yeni ürünlerin üretilmesi, şirketlerin “kalite merdiveni”nin daha yüksek basamaklarına çıkmasına yardımcı olur.
--
Dünya genelinde daha durağan bir büyüme görünümünün hakim olduğu, küresel rekabetin arttığı günümüzde, Türkiye bilim ve teknoloji politikalarına her zamankinden daha fazla önem vermek durumunda. Orta gelir tuzağına yakalanmamak için hem kamunun hem özel sektörün oynaması gereken roller var.
Ar-Ge yatırımları yüksek katma değerli üretimin temel taşı olma niteliğini taşırken, bu yatırımların kendi dinamiklerine bırakılması söz konusu olamaz. Ar-Ge’yi öncelikleyen yeni bir yaklaşım sadece Türkiye’nin büyüme performansını yeniden canlandırmayacak ayrıca Türkiye’nin bölgesel kalkınmışlık farklarının azalmasında da rol oynayacaktır. Ar-Ge sürecinin yarattığı dışsal faydalar ve üretim sürecinde oluşturulan geri bağlantılar, sosyal ve altyapısal gereklilikler karşılandığında yeni ve daha iyi istihdam koşullarını sağlayabilir.
Büyük önem taşıyan bu alanda başarı sağlanması Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin ikisine katkı sunacaktır.
Kaynak: http://www.tskb.com.tr/i/assets/document/pdf/arge-inovasyon-2019.pdf