TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

“Korumacı politikaların yükselişi küresel ticareti tehdit ediyor”

TÜSİAD Baş Ekonomisti Dr. Zümrüt İmamoğlu, ODD Dergi için Türkiye’nin ve dünyanın ekonomik durumunu değerlendirdi. “Türkiye’de tasarruflarımızın yetersizliği yüksek büyümenin yurt dışından finanse edilmesini gerektiriyor” diyen İmamoğlu, ülkemizde özel sektörün finansman ihtiyacının giderek arttığını belirtiyor.

Türkiye’nin şu andaki ekonomik ve sosyal tablosu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ekonomik olarak büyümekle beraber risklerin de giderek arttığı bir tablo var önümüzde. Türkiye son yıllarda yurt içi siyasi gelişmeler ve yurt dışındaki olumsuz ortama rağmen büyümeye ve istihdam yaratmaya devam etti. Ancak bu büyüme, reformlar ve verimlilik artışıyla değil mali ve parasal genişleme politikalarıyla sağlandığı için dış borç, enflasyon, cari açık gibi makro iktisadi göstergelerimizde bozulmaya neden oldu. Yüzde 35 civarındaki dış borcumuz yüzde 53’e, yüzde 8 olan enflasyon oranı yüzde 11-12’ye ve yüzde 4 civarında olan cari açığımız yüzde 6’nın üzerine çıktı. Tasarruflarımızın yetersizliği yüksek büyümenin yurt dışından finanse edilmesini gerektiriyor. İçerideyse yüksek enflasyon TL cinsinden borçlanma maliyetlerini artırıyor ve vadeleri kısaltıyor. Özel sektör ise mecburen döviz cinsinden borçlanmak durumunda kalıyor. Bu da önemli bir kur riski yaratıyor. Son yıllarda kurdaki artış hem şirket bilançolarını olumsuz etkiledi hem de enflasyonu daha yukarı itti. Aramalı enflasyonunun yüzde 20’lerde olduğu bir ortamdayız. Özel sektörün finansman ihtiyacı giderek artıyor. Türkiye ekonomisi bir sarmala girmiş durumda ve bu uzun süre sürdürülemez. Bu sarmalı kırmak için harekete geçmek gerekiyor.

Bu konuda iyileşme sağlamak için sizce neler yapılması gerekiyor?

En başta makroekonomik istikrarı sağlamalıyız. Enflasyonun hızla düşürülmesi ve kurun istikrara kavuşması gerekiyor. Bunun için büyüme hedefimizi, finansal koşullarımızı ve potansiyel büyümemizi gözeterek belirlemeliyiz. Potansiyelin üzerinde büyüme bize enflasyon ve cari açık olarak geri dönüyor. Ayrıca mali ve para politikaları arasındaki uyumu sağlamamız gerekiyor. Bir tarafı gevşetip harcamaları artırırken, diğer yandan faizi artırarak sıkılaştırma yapmaya çalışıyoruz. Bu uygulama para politikasının enflasyon üzerindeki etkisini azaltıyor ve yatırımcının önünü görmesini de zorlaştırıyor.

Mevcut durum finansal genişleme ile büyümeye imkan vermiyorsa ekonomi nasıl büyüyecek?

Bunun için reformlar şart. İş gücü, vergi, enerji, dijitalleşme gibi pek çok alanda yapılacak reformlar maliyetleri düşürecek, verimliliği artıracak ve kaliteli büyümeyi beraberinde getirecektir. Son yıllarda Türkiye zaten pek çok siyasi ve jeopolitik risk ile karşı karşıya kaldı. Yurt dışından sağlanan doğrudan yatırımlar maalesef eskisi kadar kuvvetli değil. Son dönemde ardı ardına açıklanan paketler ve teşvikler olumlu olsa da reformlarla desteklenmedikçe yeni yatırım çekmek oldukça zor. Yatırım ortamını kalıcı olarak iyileştirebilmek için reformlara ihtiyaç var. Bunları başaramazsak geçici teşvik ve paketler maalesef yatırımcı nezdinde yeterli cazibeyi yaratamayacaktır.

201’de Türkiye ekonomisinin genel olarak nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz? Türkiye ekonomisini bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

Erken seçim kararıyla beraber yıl sonuna ilişkin tahmin ve öngörülerimiz anlamını bir miktar yitirdi aslında. Biz bu yıl için yüzde 4,5 civarında bir büyüme öngörmüştük. Çünkü bu yıl Avrupa ve Dünya ekonomisinde büyüme canlı kaldığı için ihracat iyi gitmeye devam ediyor. Dış talep çekişli bir büyüme Türkiye için sağlıklı ve iyi bir büyüme. Enflasyonu ve dış borcu kontrol altında tutabilmek için iç talebi tetikleyecek, aşırı ısınmaya neden olacak politikalardan uzak durmak gerekiyor. O yüzden bu yıl yüzde 4,5 civarı bir büyümenin hem kaliteli büyümeyi sağlamak hem de kur ve enflasyonda dengeleri bozmamak açısından yeterli olacağını değerlendirmiştik. Şimdi seçim atmosferinde maalesef yine iç talebi tetikleyecek, bütçe, faiz ve enflasyon üzerinde yük yaratacak bazı politikaların açıklandığını görüyoruz. Bunlar büyümeyi bir miktar hızlandırabilir. Ama enflasyonun çift haneli olacağı da kesin görünüyor. Yüzde 11 ve üzerinde bir enflasyon şaşırtıcı olmaz. Eğer bu riskler dengelenmek istenirse seçimden sonra çok daha sıkı politikalar uygulamak gerekir. Keşke bu dalgalanmalara gerek olmasa. Seçim ekonomileri ülke ekonomileri için her zaman sakıncalıdır. Biz Türkiye’de bu uygulamaları geride bıraktığımızı, artık kural bazlı yönetilen, öngörülebilir bir ekonomik ortam yaratabildiğimizi umuyorduk. Maalesef son birkaç sene için bunu söylemek mümkün değil.

2018’de takip edilmesi gereken önemli beklentileri ve ekonomideki seyri etkileyebileceğini düşündüğünüz önemli başlıkları okuyucularımızla da paylaşır mısınız?

Erken seçim şu anda en önemli etken. Onun dışında yurt dışında takip edilmesi gereken pek çok önemli gelişme var. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:

 • FED’in faiz artırımları, Avrupa Merkez Bankası politikaları

• Petrol fiyatlarındaki artış

 • Türkiye-Amerika ilişkileri, olası yaptırım ve cezalar

 • Bölgede İran-Amerika-İsrail gerginliğinin bir savaşa dönüşme riski

Bunlar Türkiye ekonomisini doğrudan etkileyebilecek riskli gelişmeler. ABD’de faizlerin beklenenden hızlı artması son yıllarda yaşadığımız kur hareketliliğinin temel nedeni. Faiz artışlarının sıklaşarak devam etmesi TL’deki değer kaybının hızlanmasına neden olacaktır. Özellikle ABD’de 10 yıllık tahvil faizi yüzde 3’ü aşarsa çok farklı fiyatlamalar görebiliriz. Avrupa Merkez Bankası da eylül ayından itibaren tahvil alım programı ve faizler ile ilgili önemli kararlar verecek. Şimdilik burada enflasyon biraz daha geriden geliyor. Faiz artırımlarının 2019’a kalacağını tahmin ediyoruz. Ama burada gelişmeler özellikle Euro-Dolar paritesinde önemli hareketlere neden olabilir. ABD-İran gerginliği şimdiden petrol fiyatları üzerinden bizi etkiliyor. Yılbaşından bu yana petrol yüzde 12 artış gösterdi. Buna bir de TL’deki değer kaybını eklerseniz, enflasyonun nasıl etkileneceğini tahmin edebilirsiniz. Bunların yanı sıra ABD ile Suriye’deki savaş ve halen devam eden birtakım davalar nedeniyle anlaşmazlıklar yaşıyoruz. Bu gerginlikler de piyasayı ve Türkiye’ye yönelik risk algısını etkiliyor.

Döviz kurlarındaki hareketliliğin 2018’de devam etmesini bekliyor musunuz?

Döviz kurlarının seyri ne olacak, neler etkili olabilir? Evet bekliyorum. ABD ekonomisi çok iyi gidiyor. İşsizlik yüzde 4’ün altına indi, ekonomi yüzde 3’e yakın bir hızda büyüyor. Bu ABD için çok yüksek bir büyüme. Yakında ücret artışları da hızlanacak ve enflasyon yüzde 2’nin üzerine çıkacak. Bu yüzden ABD Merkez Bankası şimdiden faiz artırıyor. Yurt dışında yükselen faizler sermayenin buraya geri dönmesine neden oluyor. Türkiye finansal göstergelerindeki kırılganlık ve siyasi riskler nedeniyle en çok etkilenen ülke. Yurt içinde uyguladığımız para ve mali politikalar da TL’deki değer kaybına destek veriyor. Bütçe açığının artması piyasa faizlerini yükseltirken, para politikasının yeterince sıkı olmayışı nedeniyle kur ve enflasyon düşmüyor. Seçim sonrası farklı bir politika çerçevesi oluşturulmazsa ben kurda dalgalanmanın yüksek olacağını tahmin ediyorum.

Dünya ekonomilerinin şu andaki ekonomik ve sosyal tablosu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Küresel ekonomilerdeki gelişmeler yönünden değerlendirir misiniz?

ABD ve Avrupa’da önde gelen ülkeler seçim takvimlerini bitirdi. Artık reform ve büyümeye odaklandılar. Nitekim küresel büyüme ve ticaret geçen yıldan itibaren tekrar canlandı. Ancak bu sürece gelene kadar pek çok ülkede borçluluk oranları arttı. Bu durum küresel anlamda finansal istikrarı tehdit ediyor. Korumacı politikaların yükselişi ise küresel ticareti tehdit ediyor. Şahsen dünyanın geçmişte yaşadığı krizlerden, özellikle de korumacı politikalar nedeniyle derinleşen 1929 buhranından önemli dersler çıkardığına ve aynı hatalara düşülmeyeceğine inanıyorum. Ama bugün Çin, Rusya, ABD ve Avrupa arasında yeni dengeler kuruluyor. Bu yeni oyunun nasıl kurgulanacağı küresel ekonomi için çok belirleyici olacak. Biz bir geçiş dönemini yaşıyoruz, hem eski kurallara göre hala iş yapıyoruz hem de yeni kurallar nasıl belirlenecek, bunları yakından izliyoruz. Küresel değer zincirleri eski düzene göre şekillenmişti. Yeni düzen bunları sarsabilir, değişimler yaşanabilir. İş modellerini kurgularken esneklik ve adaptasyon becerisi eskiye kıyasla çok daha önemli olacak. Brexit başlı başına büyük bir değişim. İngiltere’nin Avrupa ile yeni ticari ilişkisi nasıl kurgulanacak henüz tam olarak belli değil. Ancak bu Türkiye için ve otomotiv sektörü için oldukça önemli. İki ülke arasında ticaretin etkilenmemesi için politika yapıcıların azami özeni göstermeleri gerekiyor. Diğer yandan Türkiye’nin AB ile ilişkilerini düzeltmesi ve Gümrük Birliği’nin modernizasyonu için gerekli müzakere sürecinin bir an önce başlaması gerekiyor. Avrupa gerek doğrudan yatırımlar gerekse ihracat pazarı olarak bizim için en öncelikli bölge. Elbette bu Afrika ve Asya gibi yükselen pazarların önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Tersine AB ile ilişkilerimiz ve Gümrük Birliği bu bölgelerde de Türkiye’nin rekabet avantajını artıran bir etki yapıyor. Biz hem Avrupa pazarına entegre modern bir ekonomiyiz hem de yeni ve riskli pazarlarda iş yapan, risk alan tecrübeli girişimcilere sahibiz.

Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşüyorsunuz?

Otomotiv sektörü Türkiye ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri. Hem ihracattaki önemli payı hem de yan sanayi ve KOBİ’lerin gelişimini destekleyen bir sektör olarak Türk sanayisinde özel bir konuma sahip. Tüm sektörlerde olduğu gibi teknolojik dönüşüm, dijitalleşme, yapay zeka gibi gelişmeler otomotivi de etkiliyor. Sürücüsüz araçlar, elektrikli otomobiller, gelecek neslin talep edeceği yenilikler belki düşündüğümüzden daha yakın. Otomotiv sektörümüzün bu yeniliklere adapte olabilecek kapasite ve vizyona sahip olduğuna kuşkum yok.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next