Piri Reis Üniversitesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Taner Berksoy Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

“Risk üretmekten kaçınmalı, yatırım güvenliğini artırmalıyız”

Piri Reis Üniversitesi Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Taner Berksoy, Türkiye ve dünya ekonomilerinin mevcut durumunu ve Brexit’in etkilerini değerlendirdi, ikinci yarıyıl için tahminlerini paylaştı. Küresel ekonomide büyüyememe, volatilite ve Fed problemlerine dikkat çeken Berksoy, Türkiye’nin az da olsa büyüyen ülkeler arasında olduğunu söylüyor. Düşen petrol fiyatları Türkiye’nin ezeli cari açık ve enflasyon problemlerini kısmen hafifletse de para girişinin çekilmesi riski devam ediyor. Türkiye dahil dünyanın risk üretmekten kaçınması gerektiğini vurgulayan Berksoy, “yatırım güvenliğini artırmamız gerekiyor” diyor.

“Piyasa algısı öne çıktı, volatilite arttı”

Dünya ekonomilerinin mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bütün dünya ekonomilerinde ciddi bir problem var, ekonomiler büyüyemiyor. Hiç büyümüyor değiller, 2010-2011gibi büyüyememe durumundan çıkıldı. Ekonomilerin potansiyel bir büyüme hızları var onun altında kalıyorlar. Türkiye olarak bizim de aynı şekilde bir büyüyememe sorunumuz var. Onun dışında dünyada bir de küresel riskler var. Bunların büyükçe kısmı zaten jeopolitik. Onun dışında da finansal akımların küreselleşmesi, finansı ve piyasaları, dolayısıyla “piyasa algısı” dediğimiz şeyi öne çıkarttı. Biz daha eskiden ekonominin üretim düzeyi ile ilgilenirdik, finans, faiz bunlar bizim açımızdan çok önemli olmazdı. Büyüme, verim artışı, istihdam artışına bakardık. Ülkeleri de bu kriterlere göre mukayese ederdik. Finansal liberasyon ile birlikte -Türkiye’de 1980’den sonra başladık, 1990’lı yıllarda çok hızlı girdik- kararlar günlük, risk algısı da günlük, bu da müthiş bir volatiliteye (oynaklık) sebep oluyor. Büyüyememeden sonra dünyanın ve bizim ikinci bir özelliğimiz bu.

Bir özellik daha var, 2008 krizinden sonra, herkes birden çöktü, çok ciddi bir resesyon oluştu. O sıralarda “1930’lara taş çıkartacak bir bunalım olacak” deniyordu, derin olması ve uzun sürmesi bekleniyordu. Buna karşın kriz çok uzun sürmedi, çabuk çıkıldı ama hala yansımaları var. Orada kritik olan ve bizi de ilgilendiren şöyle bir şey var: Bu kriz farklı olarak merkezde bir krizdi ve derindi. O dönemde ABD’li yöneticiler derhal Keynesçi tarafa kaydılar. Halbuki o zamana kadar ABD’li iktisatçılar Keynes’i küçümser hale gelmişlerdi, “bırakın piyasa çözer” yaklaşımını benimsiyorlardı. Keynes ise ekonomiyi canlandıracak müdahale yapılmasını öneriyordu. Fed bu doğrultuda derhal ekonomiye para vermeye başladı, bugün 4 trilyon doları aşkın para o dönemde verilmeye başlandı ve böylece ABD ekonomisi canlandırıldı.

Bu paranın dünya ekonomilerine nasıl bir etkisi oldu?

ABD ekonomisi ayağa kalktı ama dünyaya da şöyle bir hediyesi oldu: Dünyada 4 trilyon dolar tutarında bir para var ve bu para piyasada kalırsa enflasyon yaratacak. Bunu düzenli bir şekilde çekmek lazım. İkinci olarak bu 4 trilyon dolar piyasaya, ekonomilere verildiği zaman sadece ABD ekonomisinde kalmadı, küresel finans onu aldı, biz de dahil olmak üzere her yana dağıttı.

Sonuçta Türkiye ve benzer yapıdaki ülkelerde dışardan gelen paraya adeta madde bağımlılığı gibi bir bağımlılık oluştu. Öyle ki 2013 Mayıs’ta, Fed’in başındaki Ben Bernanke, “Parayı durdurup geri çekmeye başlamak lazım, yoksa çok büyük enflasyon olacak” dedi. Bernanke bunu öğlen söyledi, akşama bütün piyasalar “para çekiliyor” diye darmadağın oldu, faizler yükseldi, kurlar yükseldi... Yılda birkaç kez ayın ortasına doğru, faiz kararının verildiği Fed toplantısı olur. Bu sırada “faiz yükseltilecek mi” diye muazzam bir stres ve risk algısı olur. Biz de şimdi o çarkın içindeyiz, bu kararı bekliyoruz. Maalesef orada sert bir çekilme olursa, gelişmekte olan ülkeler bir anda tepetaklak gidecekler, yeniden krize sürüklenecekler. Fed burada oldukça dikkatli çünkü bizim gibi ülkeler duraklayıp krize girdiklerinde mallarını satacak pazarı bulamayacakları için kendilerine de bu krizin bulaşacağından çekinir. Biz o kadar değil ama esas korkuları Çin, çünkü Çin durursa motor durur. Dünya ekonomisinin dört motoru var, biri ABD, biri Avrupa biri de Çin. Kriz çıkışında, 2009-2011’de ABD ekonomisi tekliyor, Avrupa zaten yerlerde sürünüyor, bir tek üç motordan biri Çin çalışıyordu. Dolayısıyla Çin ekonomisi o tarihten bu yana çok önemli. Dünya ekonomisinde bana kalırsa istikrarsızlık üreten, risk algısını sürekli değiştiren ve risk primini yükselten Fed problemi var.

“İngiltere yalnızlaşacak”

Brexit’i nasıl değerlendiriyorsunuz?

Brexit ile birlikte kısa dönemde göreceksiniz çok şaşırtıcı bir şey olmayacak. Olan oldu zaten, önce İngiliz Sterlini fırladı, sonra biraz geriye geldi, faizleri yükselecek, vb. Ancak daha uzun dönemde İngiltere’nin bir yalnızlaşması söz konusu olacak. Avrupa ile yaptığı ayrıcalıklı ticaretten çıkacak, bunu yeniden istiyorsa her bir ülke ile tek tek müzakere etmesi gerekecek. Bunun her aşamasında AB sürece bir çelme takacak ve bundan kaynaklanan bir sıkıntı olacak. İngiliz ekonomisinin küçülmesi çok olumlu bir şey değil, o zaman Avrupa’da büyük ülke olarak Almanya yalnız kalıyor. Dünya ticareti açısından AB çok önemli. Öte yandan AB’nin kendi içinde işlerliği yok, kurgusu yanlış. Bir tarafta parasal birlik var öteki tarafta herkesin kendi maliyesi var, o dengelerini kuramıyorlar, tek bacaklı gibi dolaşıyorlar. Bununla birlikte dünyanın ikinci büyük pazarı konumundalar. Burada bir ayrışma olursa sadece İngiltere’yi değil dünyayı da yavaşlatıcı bir etkisi olacak. İleriye doğru baktığımızda zaten kimsede çok parlak bir performans yok, bizde de yok, 3,8-4 arası büyüyeceğiz dediğimizde harika deniyor ama gerilerden gelmiş... Çin büyüyor deniyor, büyüme 12’den 6’ya inmiş, ABD ekonomisi en iyisi diyoruz, yüzde 2,2-2,3 büyümesi var, Avrupa’da sıfır civarında dolaşıyor. Bunu 2016’da düzeltebilecek bir ivme şu anda görünmüyor, bulutlu bir hava var.

Yıl sonunda dünyada nasıl bir ekonomik tablo bekliyorsunuz?

Eğer koşullar bugünkü gibi olursa sonbahara kadar Fed’in kıpırdamayacağını, daha doğrusu Eylül toplantısında çok ufak bir faiz artışı yapabileceğini düşünüyorum. Avrupa’da da Brexit kararından sonra hafif bir dağılma var, bunun ucunu da görmüyoruz şu anda, durum sonbahara doğru anlaşılır, buna göre de risk primleri belirlenir. Avrupa’da bu sene öyle çok büyük bir şey beklemeyin. ABD yüzde 2-2,5 aralığında büyüyecek. Biz de yüzde 3,8 büyüme tahminen bekleniyor. Çin’de yüzde 6 ya da biraz üstü, bir ihtimal 6’nın altı bekleniyor. Yüzde 6’nın altında olursa büyük risk olarak algılanır ve hafif bir türbülans yaratır. 2016’yı böyle geçeriz diye düşünüyorum.

Kurların durumu hakkında görüşlerinizi paylaşır mısınız?

Kur konusunda şöyle bir düşüncem var; çok kısa vadeli bakmazsanız, daha uzun bir trend halinde bakarsanız, ABD ekonomisi önde gidiyor dolayısıyla parası da önde gidecek, dolar değerlenerek gidecek, Euro biraz daha geride kalacak. Zaman zaman ABD ekonomisinde tereddütler oluyor, Fed artırdı diyorlar artırmıyorlar, istatistikler de çok beklenen gibi değil, mesela tarım dışı istihdam başvurularında gerileme geldi. Bu da tedirginlik yaratıyor. Şu anda İngiltere’nin Brexit kararı ile birlikte Avrupa’da bir belirsizlik söz konusu. Bu belirsizlik sonbaharın ötesine kadar gidecek gibi görünüyor. Ondan sonra olacaklar çok önemli. Sonbaharda AB’ye ne olacağı daha net görülecek, o zaman belki tablo değişecek.

 “Altın güvenli alan olarak öne çıkıyor”

Yeni dünya, yeni dengeler ve petrol fiyatlarındaki düşüşün global ekonomilere  etkileri hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz?

Petrol iki tarafı da kesen bir bıçak, bir petrol ithal eden ülkeler var, onlar çok rahatladılar. Bir de ihraç edip geliriyle ekonomisi dönen ülkeler var, onlar da kötü durumda. Rusya, Venezuela, bunlar arasında yer alıyor. Petrol piyasasını dengeleyen OPEC de dağılmak üzere, çünkü herkes kendi çıkarlarının peşinde. Petrol bir süre daha ortalığı karıştırır gibi görünüyor. Bizim için iyi, petrole giderek daha az para ödüyoruz. OPEC’i biraz daha canlandırma ve piyasayı disipline etme olasılığı var. Bu daha çok Suudi Arabistan ve İran’ın ne yapacağı ile bağlantılı. Öteden beri anlaşamayan iki ülke olduklarını düşünürsek, petrol piyasası bir süre daha bu şekilde dağınık kalır gibi görünüyor. Tahminim varil fiyatı yıl sonuna kadar 48-50 dolar seviyesinde kalır. Bütün bunlarla birlikte parlayan bir şey varsa o da güvenli alan dediğimiz altın.

 “Enflasyon ve cari açık yönetilebilir hale geldi”

2016 yılı ilk yarısını Türkiye ekonomisi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim büyüme ve istihdam dışında iki tane problemimiz var; biri enflasyon biri de cari açık. Uluslararası istatistik kriterleri açısından verilere bakarsanız biz bu ikisinde hep üst sıralardayız. Şimdi öyle bir şey oldu ki petrol fiyatları tahminlerin de ötesinde düşmeye başladı, şu aralar varil fiyatı 48-50 dolar arasında bir yerde dengelenecek gibi ama o dengeden saptıkları zaman yine aşağıya gidiyor petrol fiyatı. Bu bizim hem enflasyonumuzu bir miktar aşağıya çekti hem de cari açığımızı düzeltti. Bakıldığında sermaye çıkıyor, döviz fonu ihtiyacınız var, petrol fiyatının düşmesi nedeniyle cari açıkta daralma, ciddi miktarda harcanmayan döviz bırakıyor ortada, bu sıkıntıyı kısmen telafi ediyor. Enflasyonu da bir miktar aşağı çekti çünkü petrol bulaşıcı bir şey malum, hemen hemen bütün malların içinde var. Böylece bu dönemde müthiş rahatsız olacağımız iki konu, enflasyon ve cari açık, biraz daha yönetilebilir hale geldi. Bu bakımdan birinci yarı iyi geçti.

“Ortam sakinleşirse risk algısı da yumuşar”

İkinci yarı yıl için öngörüleriniz nasıl?

İkinci yarıda da petrolde tersine bir dönüş olmaz, Avrupa’dan bu kadar hızlı gelecek bir yansıma da olmaz. Dolayısıyla 3- 3,5 civarında büyüme olur, şu andaki tahmin 3,8. Enflasyon yüzde 7-8 aralığında, cari açık ise GSMH’nin yüzde 4’ünün de altına indi, bu devam eder tahminen. Ekonomide büyük bir canlanma olmazsa, büyüme yüzde 8’in üstüne çıkmazsa cari denge çok fazla kopmaz. Bir miktar sermaye girişi de olursa bu yılı çıkarırız gibi geliyor. Baktığınız zaman iyi-kötü büyüyen ülkeler arasındayız, ama Fed riski var, para girişi çekilirse sıkıntı söz konusu.

Güven endeksleri biraz oynak çünkü sürekli arttığı izlenimi veren riskler var. Bir kendi içimizde ürettiğimiz riskler var, mesela çok bağırıyoruz, herkesi azarlıyoruz, ittifakları bozuyoruz, dünyayı sallamıyor gibi bir izlenim veriyoruz. Bunlar günlük siyaset dilinde kabul edilebilir şeyler olabilir ama ekonomik pencereden baktığınızda hepsi bir risk. İki, içerde terörün yansıması var. Müthiş bir tedirginlik yaratıyor dünyada. Üçüncüsü Güneydoğu harp alanı gibi, bu da risk ve biz bu riskleri iyi yönetemiyoruz. Bunlar tüketici tarafında risk olarak algılandığı için bir tüketimi erteliyoruz bu bir miktar büyümeyi yavaşlatıyor, ikincisi vatandaş memnuniyetsizliği getiriyor ve bunların ikisi de güven endekslerine yansıyor. Başlangıçta biraz fazla finansallaştık demiştim, küreselleşmenin getirdiği bir şey, bu da bizi kısa vadeli bakmaya itiyor ki bu da yanlış değil. Finansal kararlar öyle çok uzun vadeli olmaz, kısa vadeli kararlardır. Üretim, yatırım kararları ise tersine uzun vadeli. En az 3-5 yıllık bir ufku görmelisiniz ki yatırım kararı alabilesiniz. Bu yüzden üç yıldır özel sektörün yatırımı artmıyor, açıkçası yeni yatırım yok gibi. Kamu da kamu dengesini bozmamak için büyük yatırım yapmıyor bunlar da büyümeyi yavaşlatan unsurlar. Özel sektörde yatırım iştahı neden kayboldu diye baktığımız zaman, risk algısı var, beklenti anketleri hep olumsuz, ortam biraz daha sakinleşmedikçe bu geçmez. Sakinleşme yönünde iki önemli adım var, İsrail ve Rusya ile ilişkileri düzeltiyor gibiyiz, gerginlik biraz azalmış durumda, oradan kaynaklı risk algısı da muhtemelen yumuşar.

Bunların hepsi CDS (Credit Default Swap) primi denen, risk sigortası primini etkiliyor. CDS primi borcu ödeyecek olan ülke ya da firmanın geri ödeyememe ihtimaline göre piyasada belirleniyor. CDS primi ne kadar yüksekse borcun ödenmesi daha riskli görülür. Türkiye’nin CDS’i 250 civarında dolaşıp duruyor. Kürede dolaşan para riske bakıyor, bir de sizin onlara verdiğiniz getiriye bakıyor. Siz şimdi bir taraftan tutturmuşsunuz faizi indireceğim diye, bir taraftan riskleriniz yükseliyor. Enflasyon şu anda kürede ikinci, üçüncü düzeyde yüksek bir enflasyon, dolayısıyla gelmediği gibi bizden sermaye çıkışı oluyor. Bunu çözebilmiş değiliz. Riskli hale gelirseniz, etrafta bombalar patlarsa, portföy yatırımı gidiyor, sermaye çıktı dediğimizde bunu kast ediyoruz. Doğrudan yatırım zaten önünü göremediği için çok iştahlı değil, geriye borçlanma kalıyor, bu da görece daha yüksek faizle borçlanmayı getiriyor. Yönetimde ipin ucu kaçmış gibi görünüyor. Biz planlama-programlama yapan bir ülkeyiz, belli aralıklarda ne olacağının hedeflerini koymuşuz ama şimdi oradan biraz kopmuş gibiyiz. Bu işi tamamen piyasalara bıraktık. Bu durumda da kaynaklar karı yüksek olan yere gidiyor. İnşaatta çok büyük rant karı var, ama inşaatla da ekonomi büyümez, inşaat ancak ekonomiyi suyun üstünde tutar, burası da sıkıştığımız diğer bir nokta.

Türkiye cari açık azaldığında büyüyemiyor mu? Sizce ekonomimizin ne gibi yapısal reformlara ihtiyacı var?

Cari açıkla büyüme arasında bağlantı var, ama o bağlantı büyümeden cari açığa doğru akar, cari açıktan büyümeye doğru akmaz. Büyüme yüzde 8’e çıksa, daha fazla üreteceksiniz, daha fazla kaynak kullanacaksınız, daha fazla ithal girdi kullanacaksınız, cari açığınız da büyüyecek. Güneydoğu’daki riski kabul edilebilir bir risk haline getirebilmemiz gerekiyor. Diğer ülkelerle ilişkilerimizde sakin olmamız ve içerde risk üretmememiz gerekiyor. Dünyanın da risk üretiminden kaçınması lazım. Brexit mesela bu yönden beklenmeyen bir gelişme oldu. Benim en çok önem verdiğim noktalardan biri yatırım ufkunu açmamız, yatırım güvenliğini artırmamız. Özel sektörü yatırım yapabilir hale getirmemiz lazım. Teşvik düzenini baştan aşağı, kavramsal olarak dahi değiştirmemiz gerekiyor. Teşvikler 17-18 ille başlanmıştı, şimdi 40’ı aştı. Hepsini birden teşvik ediyoruz dediğinizde aslında hiçbir şeyi teşvik etmiyorsunuz. Teşvikleri sektör, bana kalırsa ürün bazına hatta üretici bazına indirmek lazım.

“Türk otomotiv sektörü dijital dönüşüme uyum sağlıyor”

Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşüyorsunuz?

Derin bir kriz olduğunda ülkeler bunu aşmak için ciddi bir teknolojik dönüşümden geçiyorlar, verimi artırıyorlar ya da birbirleriyle savaşıyorlar. Bu dönemde o çapta bir savaş olma olasılığı çok yüksek, halen bir nükleer denge söz konusu, birbirlerini yok edebilirler bu yüzden o opsiyon çok da kullanılabilir değil, geriye teknoloji kalıyor. Son dönemde de teknolojideki gelişim çok hızlandı. Dördüncü Endüstriyel Devrimi yavaş yavaş gerçekleşiyor. Bizim bu gelişmeyi gözle görebileceğimiz alanlardan biri de otomotiv. Türk otomotiv sektörü, yabancı ortaklarının da desteğiyle bu dönüşüme hızla taşınıyor diye düşünüyorum.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next