Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gündüz Ulusoy Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gündüz Ulusoy

“İletişim arttıkça inovasyon performansı da yükselecek”

Sabancı Üniversitesi, Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi 2015 yılı sıralamasında ilk sırada bulunuyor. Türkiye’nin en başarılı bilim insanları arasında yer alan Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gündüz Ulusoy Prof. Dr. Gündüz Ulusoy, ODD Dergi için Türkiye’nin inovasyon performansını değerlendirdi, üniversite olarak yarattıkları farkı anlattı. Otomotiv sektörünün müthiş bir değişim ve devinim içinde olduğunu belirten Ulusoy, özel sektör, devlet, kurumlar ve akademi dünyası arasında giderek güçlenen ilişkilerin uzun vadede Türkiye’nin inovasyon performansına artış olarak yansıyacağını söylüyor.

- İnovasyon günümüz iş dünyasının kilit unsurlarından biri haline geldi. İnovasyonu nasıl tanımlıyorsunuz?

Kelime anlamı olarak inovasyon yeni bir fikir, alet veya metod; yenilik. Farklı tanımlar var. En çok kullanılan tanım OECD’ninki. OECD; inovasyonu üründe, yani mal ve hizmette, üretim sürecinde, pazarlama ve organizasyonda inovasyon olmak üzere 4 başlık altında tanımlıyor. ABD ekolünde ise inovasyon ürün, üretim süreci ve iş modelinde inovasyon olarak tanımlanıyor. Yapılan inovasyon yenilik ve etki derecesi açısından radikal ve adımsal olarak nitelendiriliyor. İş modellerinde radikal inovasyon örneği olarak Amazon.com’u verebiliriz. Adımsal inovasyonu ise iyileştirme olarak nitelendirebiliriz. Bir de ingilizce “disruptive innovation”, yani “yıkıcı inovasyon” denilen dünya için yeni olan büyük inovasyonlar var. Atlı arabaların yerini alan motorlu arabalar, yelkenli gemilerden sonra gelen buharlı gemiler gibi. Teknik ve teknik olmayan, şirket için yeni, ülke için yeni, dünya için yeni inovasyon gibi farklı sınıflandırmalar da var.

İnovasyon bütün dünyanın gündeminde

- İcat ile inovasyon arasında nasıl bir fark var?

İnovasyon denince insanların gözünde beyaz önlüklü araştırmacılar, laboratuvarlar canlanıyor; anlaşılmaz, zor işler akla geliyor. Çoğu kez icat inovasyon ile karıştırılıyor. Oysa icat, inovasyondan daha farklı bir kavram. İnovasyon icadı içeriyor ama; icat tek başına inovasyon değil. Çünkü inovasyon sürecinin son halkası “ticarileşmesi”. Ticarileşmezse önerilen yenilik inovasyon kapsamına girmiyor. Ticarileşmenin başarılı olup olmaması da önemli değil. Sadece, değer yaratmaya yönelik olarak ticarileşmesi sürecin tamamlanması açısından önemli. Örneğin, buharlı otomobil. Bir inovasyon elbette ama ticari olarak başarılı olamadı ve silindi. İnovasyon, teknik inovasyonlarla sınırlı değil. Örneğin, iş modelinizi, iş yapma biçiminizi değiştirerek, pazarlama yöntemlerinizi değiştirerek bir değer yaratabilirsiniz. Dolayısıyla her teknolojik düzeydeki ülke veya şirket inovasyon yapabilir. İnovasyon artık bütün dünyanın, hem şirketlerin hem ülkelerin gündemindeki bir konu. Çünkü ülkeler ve şirketler inovasyonu ekonomik ve sosyal gelişmede, ilerlemede bir çıkış yolu olarak görüyorlar.

Organizasyon kültürü ve entelektüel sermaye belirleyici

- Şirketler açısından inovasyonun ortaya çıkması için gereken koşullar nelerdir?

İnovasyonun oluşmasında hem şirket içi hem de şirket dışı “ortam” önemli rol oynuyor. Şirket içi ve dışı ortamı “ekosistem” olarak nitelendiriyoruz. Şirket, rakipler, müşteriler, tedarikçiler, eğitim ve araştırma kuruluşları, kamu vd. birlikte ekosistemi oluşturuyor. Şirketin bütün bu unsurlarla ilişki ve iletişim düzeyi inovasyon performansını doğrudan etkiliyor. İnovasyon sadece Ar-Ge veya ürün veya üretim süreci geliştirmenin konusu değil, bütün bir şirketi, muhasebesini de, envanterini de, yemekhanesini de tüm yapıyı kapsıyor. Dolayısıyla o bütünün de birbiriyle iletişim içinde olması gerekiyor; söz konusu olan canlı, yaşayan bir sistem. İmalat sektöründe 184 şirkette bir araştırma yaptık. Araştırma sonucunda “entelektüel sermaye” ve “şirket kültürü” inovasyonu tetikleyen en önemli iki unsur olarak öne çıktı. Entelektüel sermaye; şirketin beşeri, sosyal ve kurumsal sermayesinden oluşuyor. Nitelikli insan en önemli kaynak. Çalışanların problem çözmede işbirliği içinde olmaları ve çalışanlara kendilerini geliştirme olanağı verilmesi öne çıkan hususlar. Şirket kültürü içerisinde üst yönetimin yeniliklere desteği öne çıkıyor. Ödüllendirme ve şirket içi iletişim de diğer önemli unsurlar arasında. Şirketlerde inovasyonun gelişimini önleyen faktörler arasındaysa yeniliğe direnç, yeniliğin yeterince desteklenmemesi, strateji eksikliği, kalifiye eleman eksikliği yer alıyor. Burada güçlü bir üst yönetim desteğinin önemini görüyoruz. Ayrıca nitelikli insanlara ulaşılamaması inovasyonun önünde önemli bir engel çünkü insan her şeyin başında geliyor. Önemli bir eksiğimiz şirketlerin ekosistemin diğer unsurlarıyla işbirliklerinde gözlediğimiz eksiklik. Bunu aşmamız gerek. İşbirliğinin esası güven. Güven ortamı deyince de hukukun üstünlüğü öne çıkıyor. İnovasyon süreci 3-5 yıllık zaman ufku olan bir dönüşüm sürecidir. Bir strateji ve hedefe yönelik projeler etrafında yönetilmesi gerekir. Yine bir dönüşüm süreci içeren Toplam Kalite Yönetimi ile bu açıdan örtüşür. İki süreçte de üst yönetim desteği ve liderliği büyük önem taşıyor

- Türkiye’nin inovasyon performansını AB ve dünya ülkeleri ile karşılaştırdığınızda ne durumda? Sizce bunun sebepleri neler?

Son dönemde inovasyona gösterilen tüm bu ilgiye, inovasyonun şirketler arasında giderek yaygınlaşmasına ve inovasyon çalışmalarının giderek artıyor olmasına rağmen, Türkiye’nin inovasyon performansı henüz istenen seviyede değil. Küresel İnovasyon Endeksi 2015’te 141 ülke arasında 58’inciyiz. AB ülkelerinin tümü bizden önde. Bunun bazı nedenleri var elbette. ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerden oldukça geriden başladık. Batılı anlamda yüksek öğrenimin başlangıcı kağıt üstünde 1933, TÜBİTAK’ın kuruluşuysa 1963, Türkiye Bilimler Akademisi’nin kuruluşu 1993. Özel sektöre Ar-Ge destekleri 1991 yılında kurulan Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı kanalı ile 1992’de verilmeye başlandı. Daha kapsamlı Ar-Ge teşvikleri TÜBİTAK aracılığı ile 1995’de verilmeye başlandı. Özel sektörün sanayileşmede rol alması 1960’larda büyük oranda montaj sanayi ile başladı. Bunda olumsuz bir durum yok; bir öğrenme süreci diyebiliriz ama bu aşamada çok fazla kaldık. Özel sektör Ar-Ge’ye uzak durdu. Bir özgüven geliştiremedik. Üniversitelerle işbirlikleri, aracı teknoloji kurumlarının oluşturulması, tedarikçilerle ilişkiler gibi inovasyon ekosisteminin unsurları gelişemedi, işbirlikleri zayıf kaldı, taraflar birbirlerinden ayrı kaldı.

İnovasyona yönelik işbirlikleri artış eğiliminde

- Türkiye’nin inovasyon performansının artırılması için ne tür çalışmalar yapılıyor? Bu çalışmaları yeterli buluyor musunuz?

Son yıllarda iyi gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz. TÜBİTAK’ın üniversitelere ve daha sonra da üniversite sanayi işbirliğini desteklemeye yönelik fonları 2000’lerin başına göre büyük oranda artırıldı. AB proje desteklerinden yararlanmada mesafe katettik. 2008 yılında çıkarılan yasa ile şirket bünyesinde Ar-Ge Merkezi kurulması teşvik edildi. Benzer şekilde, Teknoparklar ve üniversitelerde Teknoloji Transfer Ofislerinin kurulması ve yaygınlaştırılması; öğretim üyelerinin sanayi ile proje yapması teşvik edildi ve çeşitli programlar oluşturuldu. Ağırlıkla savunma sanayii alanında olmak üzere devlet desteğiyle teknoloji geliştirmenin önü açıldı. Şu anda hem devlette, hem kamuda, hem de özel sektörde yeni yeni ilişkiler, işbirlikleri gelişiyor. Artan ilişkiler inovasyonu getirecek. Bugün öğretim üyeleri ve öğrencileri, hatta lisans öğrencileri dahi patente ve faydalı modele dayalı şirket kurabiliyor, benzer girişimcilik örnekleri, konseptler yerleşiyor ve bu daha da gelişecek. Bu anlamda güzel bir canlanma var, karşılıklı kazan-kazan stratejisi dahilinde tarafların bir araya gelmesi inovasyonun da gelişimini olumlu yönde destekliyor. 2013 yılında 2008 yılına göre Ar-Ge harcamaları sabit fiyatlarla yüzde 57 arttı; özel sektörde artış ise yüzde 68. Özetle inovasyon için çabalar arttı, girdiler çoğaldı. Henüz çıktılar düşük ama trend bu şekilde devam ederse önümüzdeki yıllarda çıktılarda da bir yükselme görebileceğiz. Örneğin, Türkiye’nin anlamlı sayıda patenti yoktu. Şu anda ise Türkiye dünyada oransal anlamda patent sayılarını hızla geliştiren ülkeler arasında ön sıralarda bulunuyor. Bu gelişme kendi teknolojimizi geliştirme yönünde çok önemli olan özgüvenin arttığını gösteriyor. Yeterli mi? Rakiplere bakmak gerek. Örneğin, Polonya, Çek Cumhuriyeti bu konularda bizden önde.

- Global trendler inovasyonun gelişimini nasıl etkiliyor?

Global trendler inovasyonun nasıl yönleneceğinde belirleyici oluyor. Bir global trend dünyada nüfusun yaşlanması. Bu doğrultuda örneğin inovasyon çalışmaları yaşlılara hizmet yönünde odaklanıyor – özellikle robot kullanımı ile. Japonlar bu konuda yoğun çalışıyor. Diğer bir trend şehirleşme. Hem şehir sayısı adet olarak artıyor, hem de şehir nüfusları büyüyor. Bu trend gelecekte habitat ile ilgili, bina mimarisi ile ilgili yeni geliştirmeleri zorunlu kılıyor. Sürdürülebilirlik öne çıkıyor. Yine Bilgi İletişim Teknolojileri (ICT) alanındaki, dijital dünyadaki gelişmeler inovasyonun önünü açan bir etki yaratıyor. İnovasyonun ihtiyaç duyduğu bilgi paylaşımını, işbirliğini, sinerjiyi artıran açık inovasyon (open innovation), kitlelerin kaynak olarak kullanılması (crowdsourcing) gibi yeni yöntemlerin, yeni metodların ortaya çıkmasını sağlıyor. En önemli konu ise insan; tüm dünyada bir yetenek kıtlığı söz konusu, herkes yetenek peşinde koşuyor. Yetenekleri çeken ve potansiyellerini geliştiren şirketler/ülkeler inovasyonda da fark yaratanlar oluyor.

Sabancı Üniversitesi Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi’nde ilk sırada

- Sabancı Üniversitesi olarak inovasyon konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz, ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?

TÜBİTAK tarafından, üniversitelerin girişimcilik ve yenilikçilik performanslarına göre sıralandığı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi 2015 yılı sıralamasında Sabancı Üniversitesi olarak birinci olduk; önceki yıllarda da hep birinci veya ikinci sırada yer aldık. Üniversitemiz kuruluşu itibarıyla akademi dünyasında birçok yeniliğe imza attı; yüksek öğrenime inovasyonlar getirdi. Örneğin Sabancı Üniversitesi’nde “Bölüm” yoktur. Fakülte Dekanına bağlı olarak Bölümler değil Programlar vardır. Programların başında ise sadece idari bir rol üstlenen Program Koordinatörleri var. Bu yolla hem akademisyenlerin idari görevleri ve bürokrasi azaltılıyor hem de “Bölüm” duvarları yıkılarak disiplinlerarası işbirliklerinin, sinerjinin önü açılıyor. Farklı programlardan öğretim üyeleri, öğrenciler ortak projelerde bir arada çalışıyorlar. Diğer bir farklı uygulamamız öğrencilerin diploma programı seçimindeki serbestlikleri. Öğrenci Fakültesine başladığında bir diploma alanı seçmiş olmak zorunda değildir. Dördüncü döneminde seçimini yapar ve seçtiği Programda devam eder. Bu konuda tuttuğumuz istatistikler gösteriyor ki her iki öğrenciden biri üniversiteye girişte kafasında olandan farklı bir diploma alanı tercihinde bulunuyor. Bu olanak öğrencilerin bilinçli tercihler yapmalarına fırsat tanıyor. Yakın zamanda tercihini yapma imkânı birinci yılın sonuna kaydırıldı. Bu uygulamamız esnek yatay geçiş olanağı şeklinde az sayıda da olsa başka üniversitelerde de uygulanmaya başlandı. Üniversite ilk açıldığı dönemde her öğrenciye ücretsiz bilgisayar verildi, bu da dönemi için bir ilkti. Yine birinci sınıfta bütün öğrencilerin toplumsal bir proje yapmaları zorunluluğu var. Böylece öğrencilerin topluma yönelik sorumluluk duygularının gelişmesini, toplumun ihtiyaç ve sorunlarına ilişkin konularda farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Bu uygulamayı daha sonra başka üniversiteler de programlarına dahil etti.

- İş dünyası ile ilişkileriniz nasıl?

Konumumuz itibarıyla Gebze Organize Sanayi Bölgesi ile yakın ilişkilerimiz var. Sabancı Üniversitesi Kocaeli’deki Teknopark’ta 2002’den bu yana yönetim kurulunda “altın hisse” sahibidir. Ayrıca Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı’nın yanında, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve İstanbul Ticaret Odası işbirliğiyle kurulmuş olan bilim ve teknoloji parkı, Teknopark İstanbul ile Sabancı Üniversitesi arasında işbirliği anlaşması yapıldı. Söz konusu işbirliği anlaşması dahilinde Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikaları Direktörlüğü (ALP) bir yıl süre ile Teknopark İstanbul’a; Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) Hizmetleri, Kuluçka Merkezi Hizmetleri ve Teknoloji Tespit ve Değerlendirme Hizmetleri olmak üzere üç başlık altında işbirliği tabanlı olarak hizmet verecek, sahip olduğu bilgi birikimi ve deneyimini paylaşacak. Üniversite bünyesinde görevli öğretim üyelerinin teknoloji şirketi kurmalarına izin veriliyor. Bu şekilde kurulmuş sanırım 9 şirket var ve bu şirketler de diğer özel sektörde faaliyet gösteren şirketlerle iş geliştiriyor. Teknolojinin ticarileştirilmesi, fon bulunması tarafında yine Sabancı Üniversitesi tarafından 2006’da kurulan Inovent A.Ş’den destek alıyorlar. ALP öğretim üyelerine araştırma geliştirme projelerinde idari destek de veriyor, bu da verimliliği artırıyor. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyeleri halen kişi başına en yüksek Avrupa Birliği araştırma fonunu almaktalar.

 “Ar-Ge’ye en çok kaynak ayıran 20 şirketin 5’I otomotivden”

- Dünyada otomotiv sektörünün inovasyon performansını nasıl buluyorsunuz?

Dünyada araştırma geliştirmeye en çok para ayıran şirketlere baktığınız zaman ilk 20 şirketin beş tanesinin otomotiv alanında faaliyet gösterdiğini görüyorsunuz. Sektör çok müthiş bir değişim ve devinim içerisinde. Özellikle Sürücüsüz Araç, Elektrikli Araç, alternatif yakıtlar kullanan araçlarla ilgili çalışmalar var. Yapay zeka uygulamaları görüyoruz. Araçlarda yazılım uygulamaları, gömülü yazılım, sensor kullanımı 10-15 sene evvel tahmin etmeyeceğimiz düzeylerde. Sektörün teknoloji yoğunluğu artıyor. Sektörde büyük şirketlerin sayısı azalıyor, şirketler sadece finansal anlamda değil, daha ziyade inovasyon ve teknoloji geliştirme amacı ile ürün ve üretimde birliktelikler kuruyorlar... Üretimin kendisinde çok büyük değişiklikler meydana geliyor, Son Davos Zirvesi’nin de ana gündemi olan Endüstri 4.0 akımının içindeyiz. Endüstri 4.0’ın en çok dönüştüreceği üretim ortamlarından biri de otomotiv sektörü.

- Otomotiv, Türkiye’nin önemli sektörlerinden birini oluşturuyor. Sizin sektör hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Türkiye’de de otomotiv sektörü inovasyon anlamında oldukça canlı, hem yan sanayi, hem ana sanayi, ürün geliştirme, Ar-Ge tarafında ciddi çalışmalar yapıyorlar. TAYSAD bünyesinde halen 58 şirketin Ar-Ge Merkezi var. Hem yan sanayi, hem ana sanayi ihracattan büyük pay alıyorlar. Üretim süreçlerinde de, insan kaynakları itibarıyla da önemli gelişmeler kaydediyorlar. Otomotiv Türkiye’nin imalat sanayisinin sürükleyici sektörü. Buradaki gelişme diğer sektörlerin de inovasyon performansını yukarı çekecektir. Otomotiv sektörü servisiyle, yedek parçasıyla beraberinde getirdiği sigorta, finans vb. hizmetler ile müthiş çarpanları olan bir ekonomi oluşturuyor.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next