“Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur”
Dr. Bahadır Kaleağası, 25 yılı aşkın bir süredir Türkiye’de ve uluslararası alanda Avrupa Birliği (AB) ile ilgili çalışmalarda bulunuyor. 1996’da Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. 2008’den bu yana TÜSİAD Uluslararası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Kaleağası ayrıca Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı, Brüksel Avrupa Etütleri Enstitüsü bilimsel üyesi ve Brüksel Enerji Kulübü (Brec) Başkanı. Kaleağası son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?”da yer verdiği Türkiye’nin uluslararası ilişkileri, AB üyelik süreci ve ekonomiye etkileri hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
1996’da Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdunuz, TÜSİAD’ın dış etkinliklerini kapsayan Uluslararası Koordinatörü olarak görev yapıyorsunuz ve çok sayıda uluslararası makaleniz ve kitaplarınız mevcut. Türkiye’nin AB üyelik sürecinde geçtiği aşamaları ve süreci okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Son kitabım “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” ile bu konuda geçmiş ve gelecek zaman arasında bağ kurmaya çalışıyorum. Kuantum fiziği mekanikleri, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde de geçerli. İlk bakışta farklı atomların etrafında dönen protonlar gibi görünen, birçok ekonomik alanın içinde gelişen olaylar diğer alanlarla doğrudan ve ait oldukları alandan bağımsız olarak etkileşim içinde olabiliyorlar. Ulusal ekonomiler, uluslararası anlaşmalar, siyasal sistemler, şirketler, iş dünyası temsil kuruluşları, lobiler, sivil toplum, ihaleler, krediler, tedarik zincirleri, iflaslar, borsalar, yerel yönetimler… Ekonominin matematiksel çerçevesi ötesinde, siyaset, teknoloji, sosyal psikoloji, güvenlik sorunları, askeri çatışmalar, çevre sorunları gibi alanlarda manyetik dalgalar birbirine karışan bir sarmal oluşturuyor. Şirket, kamu veya bireysel yaşam yönetimimizde eşzamanlı veya vadeli olarak her olayın etkileri çoğalıyor. Günlük ekonomik yaşamımız bu galaksinin içinde bir yörüngede ilerliyor.
AB ile ilişkilere de bu çerçevede bakmak doğru olur. Söz konusu olan demokrasi ülküsü, ulusal ekonomik çıkar konusu ve toplumsal kalkınma dinamiğidir. Ülkenin seçmenleri ve vergi mükelleflerinin demokratik muhatabı olan Ankara’nın siyasal karar alanı Brüksel’e, Türkiye’nin içinde yer almadığı AB kurumlarına kayıyor. Dolayısıyla Avrupa ve dünyadaki gelişmeler Türkiye açısından çok önemli bir “ulusal egemenlik” ve “demokratik meşruiyet” sorunu var.
Çünkü:
-
AB Türkiye’nin en önemli ticaret, yatırım, finans, turizm, teknoloji ve sosyal işbirliği kaynağı olmaya devam ediyor. Türk ekonomisinin önümüzdeki dönemde en az yüzde 6 büyümesi önemli. İşsizlik başta olmak üzere ülkenin temel sorunları için büyüme bir önkoşul. Bu oranı sürdürebilir kılmak içinse “uluslararası yatırımları çekim gücü” belirleyici bir etken. AB süreci de bu çerçevede odak noktasıdır. Uluslararası yatırımlar “hukuk devleti”, “AB standartları” ve “ekonomik öngörülebilirlik” kıstaslarına öncelik veriyor (Örneğin sadece Londra, Paris veya Frankfurt değil, Washington, Pekin ve Yeni Delhi’deki görüşmelerimizde bile bu konu öncelik olarak vurgulanıyor).
-
Gümrük birliği tam üyelik öncesi bir aşama olarak tasarlanmıştı. Bu dönemde Türkiye’nin AB politikaları ve mevzuatına uyum sağlarken, bunların karar sürecine katılmaması geçici bir sorun olarak “idare edilebilinir” düzeyde görülmekteydi. Fakat tam üyelik uzadıkça Türkiye’nin AB karar sistemi dışında olmasından kaynaklanan sorunlar önemli boyutlara ulaşmaktadır. (Örneğin sanayi üretim standartları, G.Kore–AB serbest ticaret anlaşması, rekabet politikası, Çin ile ekonomik ilişkiler ve sorunlar …). Gümrük birliğini serbest ticaret anlaşmasına dönüştürmek de Türk ekonomisinin uluslararası açılımları açısından son derece olumsuz sonuçlar doğurur.
-
AB’nin çevresindeki ülkeler arasında Türkiye “petrol ve doğal kaynakları olmadan hızla büyüyen pazar ekonomisi, sanayi ülkesi ve demokrasi” özelliklerine sahip tek ülkedir. Rusya, Mısır veya İran’dan bu açıdan çok farklı bir ülkedir. Daha ziyade İspanya veya Polonya modeline yakındır. Bu nedenle küresel koşullar ve bölgesel gerçekler Türkiye’yi AB’nin uluslararası politikalarının etki alanına dâhil ediyor (Örneğin iklim değişikliği, Akdeniz’de deniz taşımacılığı, grip salgınları ile mücadele, kaçak göçle mücadele, finansal piyasaların düzenlenmesi, dijital ajanda, ABD ile Transatlantik ekonomik alan altyapısı için mevzuat uyumu, İran’a yaptırımlar …)
-
Türk ekonomisinin olumlu iç ve bölgesel dinamikleri ve küresel atılım potansiyeli sayesinde Avrasya ekseninde diğer ülkelerle ilişkilerimiz gelişiyor. Bu yönde, dünya ile daha yoğun ekonomik ilişki geliştiren bir Türkiye AB sürecinde de daha güçlenir. Simetrik olarak AB sürecinde güçlenen bir Türkiye’nin dünya gözündeki çekim gücü artar. Fakat tam üyelik hedefi somutlaşmadıkça bu sinerji zayıf kalmaktadır.
-
AB sürecinin her aday ülkede tetiklediği demokratik reform, ekonomik refah ve toplumsal kalkınma dinamikleri de, Türkiye’nin somutlaşamayan üyelik hedefinden olumsuz etkileniyor.
Diğer bir önemle izlenmesi gereken süreç, TÜSİAD açısından da öncelikli bir konu olan “Avrupa’nın geleceği” tartışması. AB 21. yüzyılı kendi içinde “farklılaştırılmış bütünleşme” eğilimi ile yaşamaya hazırlanıyor. Tam olarak doğru olmasa da, “çok vitesli” tanımlaması da kullanılıyor. Soğuk savaşın sona erdiği 1989-1991 yıllarında akademik görevlerim ve AB Komisyonu Başkanı Jacques Delors’un stratejik araştırmalar birimindeki çalışmalarım sayesinde aşina olduğum bu teorik öngörüler sonunda somutlaşıyor. Artık AB’de en üst siyasal düzeyde ifade edilen bir “çok çemberli Avrupa” gerçeği var. Türkiye kendi demokrasisi ve sosyo-ekonomik kalkınma politikalarını toparlarsa, iki çemberden merkezdeki Euro bölgesine hemen olmasa da, geniş çember olan AB’ye üye olabilir. Bu mevcut AB demek: Tek pazarı, ortak politikaları ve demokrasi gücü ile güçlenmiş bir geniş çember oluşturuyor. Buna bugünkü 28 ülke ve ötesindeki coğrafya da dâhil oluyor. Bunlar arasında, İngiltere, İsveç, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka gibi Euro bölgesine girmek istemeyen ülkeler, İsviçre, Norveç, Türkiye, Bosna-Hersek, Sırbistan gibi yeni üyeler ile Polonya, Romanya gibi Euro birliği koşullarına teknik olarak hazır olmayan ülkeler sadece bu geniş çember AB’de yer alacak. Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya’nın başını çektiği Euro grubu ise daha sıkı bir birlik olan çekirdek AB’yi oluşturuyor.
Artık AB’de en üst siyasal düzeyde ifade edilen bir “çok çemberli Avrupa” gerçeği var. Türkiye kendi demokrasisi ve sosyo-ekonomik kalkınma politikalarını toparlarsa, iki çemberden merkezdeki Euro bölgesine hemen olmasa da, geniş çember olan AB’ye üye olabilir.
Gelinen noktayı nasıl buluyorsunuz?
Türkiye de işte bu kozmik ortamda son 20 yılda çok eksenli bir ülke olarak hızla güçlendi. Fakat muazzam fırsatlar da kaçırdı. Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin milli menfaatleri açısından AB ana eksen olmaya devam ediyor fakat yegâne eksen değil. Türkiye aynı zamanda Amerika’dan, Avrasya’ya ve Afrika’ya uzanan küresel perspektifte birçok eksende gelişiyor. Zaten dünya artık çok eksenli. Avrupa ülkeleri de, G20 ülkeleri de bu çok eksenli küresel ortama uyum sağlayan bir evrim içindeler. Türkiye’nin Avrupa’da güçlü olması, dünyanın geri kalanıyla ilişkilerinde de güç kaynağı olmaktadır. Çinli olsun, Arap, Amerikalı, Rus olsun dünyanın farklı yerlerinden yatırımcılar için Türkiye’nin müstakbel AB üyesi güçlü bir demokrasi ve ekonomi olması belirleyici bir kıstastır. Çünkü yatırımcılar AB üyesi ya da aday üyesi bir ülkeye yatırım yapmanın kendi yatırımları için de güvenli bir liman olduğunu biliyorlar. Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur. Türkiye Avrupalı demokratik ve ekonomik standartlarda ve aynı zamanda Avrasyalı dinamik ve girişimci toplum özellikleri ile cazibeli bir marka geliştirebilir.
Küresel ortamda birçok olumsuz ve gelişme var. Küreselleşme ticaret, yatırım, hizmet, insanlar ve bilginin daha rahat dolaştığı bir gezegen ortamı yarattı fakat virüsler de çok hızlı dolaşıyor. Örneğin salgın hastalıklar, biyolojik virüsler. Siber güvenlik çok ciddi bir sorun, dijital virüsler. Son küresel ekonomik krizin iyice belirginleştirdiği finansal virüsler. En önemli küresel sorun olan iklim değişikliği, karbondioksit virüsü, Başka virüsler de çok büyük risk: terörizm, dezenformasyon, etnik, dinsel, cinsel ayrımcılık…
Aynı zamanda Türkiye açısından acil olarak yakalanması gereken küresel dönüşüm eğilimleri var: dijital ekonomi, nesneler interneti, akıllı kent ürün, uygulama ve yatırımları, temiz enerji teknolojileri…
Avrupalılık Türkiye’nin uluslararası markasının temel unsurudur. Türkiye Avrupalı demokratik ve ekonomik standartlarda ve aynı zamanda Avrasyalı dinamik ve girişimci toplum özellikleri ile cazibeli bir marka geliştirebilir.
Son dönemde yurt içinde ve yurt dışında yaşanan olaylar Türkiye - AB ilişkilerini nasıl etkiledi?
Son dönemde Türkiye kendi iç sorunlarını aşmakta zorlanınca birçok alanda fırsatı kaçırdı. Ortadoğu gibi istikrarsız bir bölgede etkili bir ülke olmak ile “Ortadoğulu” olmak arasındaki dengede çok zorlanan bir ülke oldu. Diğer taraftan, Afganistan, Irak ve Suriye’den gelen sığınmacı dalgaları karşısında zorlu bir sınav veren, takdir edilmesi gereken bir ülke Türkiye. AB açısından ise, esas olarak ancak demokrasi atılımları ile yeniden toparlamak mümkün olan bir “soft power” sahibi olmaya devem ediyoruz.
Bundan sonraki süreçte Türkiye’yi ne gibi gelişmeler bekliyor? Türkiye’nin ve AB’nin bu alanda atması gereken adımlar nelerdir?
Kıbrıs’ta çözüm yakın ve teknik tıkanıklıklar hızla aşılabilir. Demokratik reform, hukuk devleti ve özgürlükler gündemi ise zaten Türk halkının hakkı olan ve ülkenin küresel rekabet ortamında siyasal ve ekonomik marka değeri açısından elzem olan bir alan. Kurumsal boyutta iki alanda ilerleme zemini var. Transatlantik Ortaklık (TTIP) ve gümrük birliği. TTIP anlaşmasına bir genişleme maddesi konacak. Önemli olan Türkiye’nin gümrük birliği ve müzakere süreci sayesinde buna hazır hale gelmesi. Zaten AB ve Türkiye arasındaki ortak açıklama da bu yönde: "Gümrük Birliği Anlaşması'nın 21. yüzyıl koşullarıyla uyumlu hale getirilmesi AB – Türkiye ticari ilişkilerini güçlendirecektir. Ticari ilişkilerin geliştirilmesi devam etmekte olan katılım müzakerelerine alternatif oluşturmamakta, süreci tamamlayıcı olarak değerlendirilmektedir".
Şimdi teknik hazırlıklar başlayacak. Hizmetler, tarım, kamu ihaleleri, ihtilafların çözümü gibi konularda yol haritaları üzerinde çalışılacak: Hangi mevzuatlarda uyum, hangi uygulamalarda değişiklik, takvim, idari kapasite, istisnalar, geçiş süreçleri, geçici düzenlemeler? Bu arada AB Komisyonu üye ülkeler ve özel sektör ile istişare içinde bir görev yetki belgesi taslağı oluşturacak. AB Bakanlar Konseyi bu metne son şeklini vererek komisyonu Türkiye ile müzakere için yetkilendirecek. Sonra Türkiye ile de mutabakat aranacak ve belki 2016 yılı içinde AB-Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısı ile müzakereler başlayacak. Bir-iki yıl içinde de nihai anlaşmanın üye ülkeler, Türkiye ve de Avrupa Parlamentosu’nun onayına sunulması söz konusu olabilecek.
Türkiye bu küresel ortamda, ancak demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan sermayesi yüksek bir toplum olarak siyasal saygınlık ve ekonomik çekim gücü sahibi olabilir. Söz konusu olan Türk ekonomisinin de uluslararası marka değeridir.
Bu süreçte bir dizi eşzamanlı gelişme gümrük birliğinin yenilenmesi çalışmalarıyla doğrudan etkileşimde olacak: Dünya ekonomisi, G20 gündemi, Dünya Ticaret Örgütü görüşmeleri, ABD ile AB arasında Transatlantik Ortaklık (TTIP), Kıbrıs ve Türkiye’nin AB’ye üyelik yönünde müzakere başlıklarında ilerlemesi.
AB son yıllarda ticaret anlaşmalarını çoğaltıyor: Güney Kore, Hindistan, Japonya, Kanada, Güney Amerika, Güney Doğu Asya, Çin... Dünya ve Türkiye ekonomisini etkileyecek esas etken ise ABD-AB arasında müzakere edilmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşması (TTIP). Transatlantik anlaşmanın AB ile üyelik süreci veya ekonomik entegrasyon içindeki ülkelere de açık olması tartışılıyor. Norveç, İsviçre ve Balkanları da içerecek bu konum Türkiye’nin uluslararası ekonomik çekim gücü ve "soft power" konumunu çok olumlu etkiler. Başka bir yaklaşımla, AB-Türkiye gümrük birliği doğrudan Transatlantik ekonomik alana dâhil edilebilir. Brüksel’de yeni başlayan gümrük birliğinin güncellenmesi süreci işte bu noktada da çok önemli. İçeriği aslında Türkiye’yi sadece AB üyeliğine değil, aynı zamanda TTIP’e hazırlıyor.
Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu ve Türkiye’yi TÜSİAD ve TİSK’in temsil ettiği BUSINESSEUROPE da resmi tutumunda Türkiye’yi bu yönde destekliyor. Avrupa ekonomisinin ortak çıkarları için, dünyada daha güçlü bir Avrupa için Türkiye’nin TTIP’e dâhil olmasını ve AB’ye katılım müzakerelerinde ilerlenmesini savunuyor.
Ekonomik aktörler açısından her şirketin iş ortamını, sektörel stratejilerini ve piyasa değerini doğrudan etkileyecek bir döneme girdik. Gümrük birliği hizmetler, tarım, ulaştırma, vize ve kamu ihaleleri gibi alanlarda gelişecek. Bu yönde stratejik çerçeveyi iyi değerlendirmek gerekiyor. Dünya ekonomisi çok eksenli bir yönde, enerji, siyaset, teknoloji ve ekoloji gibi alanların birbirinden ayrılmayacağı sürekli bir big bang içinde gelişiyor. Avrupa’da birlik süreci “farklılaştırılmış entegrasyon” sistemine doğru evrim içinde: Geniş bir AB ekonomik ve siyasal çemberi, merkezinde çekirdek Euro alanı. Türkiye dosyası da bu çerçevede hızla ilerler, Türkiye geniş AB’ye üye olur. Türkiye bu küresel ortamda, ancak demokrasi, hukuk devleti, özgürlükler ve insan sermayesi yüksek bir toplum olarak siyasal saygınlık ve ekonomik çekim gücü sahibi olabilir. Söz konusu olan Türk ekonomisinin de uluslararası marka değeridir.
“Otomotiv Türkiye’nin enerji kaynağı”
Otomotiv sektörünün Türkiye’deki geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Her sektör için olduğu gibi temel rekabet etkenleri devrede: teknolojik yenilikçilik, marka değeri (sadece tek tek şirketlerin değil, sektörün ve ülkenin de marka değeri), fiyatlandırma ve pazarlama. Dijital ekonomi, akıllı kent ekonomisi ve temiz enerji alanlarındaki gelişmelerde öncü olabilmek çok önemli. İşte bu nedenlerle yeni bir sanayi politikası, “Endüstri 4.0”, belirleyici bir rol oynayacak. Otomotiv tüm yan sanayisi, hizmet kolları, istihdamı, vergi katkısı ve dünyaya açıklığı ile Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ana enerji kaynağı olmaya devam edecek. AB yolunda ilerleyen bir Avrasya merkezi konumunda bir Türkiye’nin küresel rekabet gücü için çalışan ODD, bu yönde çok önemli bir ulusal görev üstleniyor
Dr. Bahadır Kaleağası kimdir?
Dr. Bahadır Kaleağası eğitimini Galatasaray Lisesi, AFS programıyla gittiği ABD, Brüksel Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. En yüksek derece ile mezun olduğu Brüksel Üniversitesi’nin Avrupa Etütleri Enstitüsü’nde ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde 1989-1996 yılları arasında uzman araştırmacılık ve öğretim üyeliği görevlerinde bulundu. Ders ve araştırma konuları Avrupa Birliği’nin karar alma sistemi, ABD-AB ilişkileri ve AB’nin dış ekonomik ilişkileri üzerinde yoğunlaştı. Ziyaretçi akademisyen olarak Harvard, Georgetown ve Kudüs üniversitelerinde bulundu. 1991‘de AB’yi kuran Maastricht Antlaşması’nın müzakeresine yönelik çalışma gruplarından birinde raportörlük görevini üstlendi. AB Komisyonu’nun stratejik araştırmalardan sorumlu biriminin projelerinde yer aldı. Türkiye’de ve uluslararası alanda kamu ve özel sektör kuruluşları için danışmanlık yaptı.
1996 yılında Brüksel’de TÜSİAD Avrupa Birliği Temsilciliği’ni kurdu ve Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESSEUROPE nezdinde TÜSİAD ve TİSK daimi delegeliği görevini üstlendi. 2008 yılından beri Brüksel, Berlin, Paris, Londra, Washington DC ve Pekin’de temsilcilikleri bulunan TÜSİAD’ın Uluslararası Koordinatörü olarak görev yapmaktadır. Ayrıca Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı, Brüksel Avrupa Etütleri Enstitüsü bilimsel üyesi, Brüksel Enerji Kulübü (Brec) Başkanı ve birçok kurumun yönetim kurulu üyesidir.
Çok sayıda uluslararası makale ve İngilizce ve Fransızca kitabın ortak yazarı sahibi olan Bahadır Kaleağası, ayrıca “Tek Pazardan Parasal Birliğe”, “Avrupa Yolunun Haritası”, “Avrupa Galaksisinde Türkiye Yıldızı”, “Ne Olacak Bu AB İşi? Gençler Soruyor” ve “G20 Gezegeni” kitaplarının yazardır. Son kitabı “Dünya Nasıl Değişiyor? Türkiye Nereye Gidiyor?” uluslararası ilişkileri ve Türkiye’nin yakın geleceğinin tarihini analiz, anı ve anekdotlarla anlatıyor ve Türkiye’nin geleceği için öneriler paylaşıyor.