Ekonomistlerden Orta Gelir Tuzağı Yorumu Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Türkiye için kritik eşik: Orta gelir tuzağı

Orta gelir tuzağı, kişi başına gelir düzeyinin belirli bir aşamadan öteye gidememesi anlamına geliyor. Belirli bir noktadan sonra bir ekonomide kişi başına gelirin arttırılabilmesi için o ekonominin, içinde bulunduğu sisteme uygun atılımları yapması gerekiyor. Orta gelir tuzağının yapısal reformlarla aşılabileceğini söyleyen ekonomistler, Türkiye’nin orta gelir tuzağına ne kadar yakın olduğunu, “tuzağa” yakalanmamak için hangi reformların hayata geçirilmesi gerektiğini anlattı.

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Mahfi Eğilmez

“Türkiye, yapısal reformlarla orta gelir tuzağından çıkabilir”

Bir ekonominin belirli bir kişi başına gelir düzeyine ulaştıktan sonra orada sıkışıp kalması haline orta gelir tuzağı denir. Orta gelir tuzağı bir ekonomide kişi başına gelir düzeyinin belirli bir aşamadan öteye gidememesi ya da belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra durgunluk içine girilmesini, özetleyen bir yaklaşım. Bu tanımda açık olmayan konu hangi gelir düzeyinin orta gelir düzeyi olarak kabul edilmesi gerektiği meselesi. Orta gelir tuzağı yaklaşımı ilk kez ortaya atıldığında ABD’de kişi başına düşen gelirin yüzde 20’si ekonomiler açısından orta gelir düzeyi olarak kabul ediliyordu. Bugünkü ölçülere göre ABD’de kişi başına gelir kabaca 50 bin dolar düzeyinde olduğuna ve bunun yüzde 20’si 10 bin dolar ettiğine göre orta gelir düzeyinin karşılığı 10 bin dolar / yıl olarak ortaya çıkıyor.

Gelir tuzağı için kullanılan tanım ABD’nin kişi başına gelirinin yüzde 20’si olduğuna göre yılar itibarıyla Türkiye ve ABD’nin kişi başına gelirlerini karşılaştırabiliriz:

Yıllar

Türkiye KBGSYH (USD)

ABD KBGSYH (USD)

TR / ABD x 100 %

2007

9.245

46.467

19,9

2008

10.272

46.901

21,9

2009

8.528

45.461

18,8

2010

10.017

46.811

21,4

2011

10.363

48.328

21,4

2012

10.457

49.802

21,0

2013

10,782

53,101

20,3

Tablo bize Türkiye’nin 2008’den bu yana söz konusu yüzde 20’lik oranın içinde sıkışıp kaldığını dolayısıyla Türkiye’nin orta gelir tuzağında olduğunu söylüyor. 2010 ve 2011’de bu tuzaktan çıkış için bir eğilim ortaya çıkmış gibi görünse de son iki yılda eğilim tersine dönmüş bulunuyor.

Büyümeden gelişmeye…

Belirli bir noktadan sonra bir ekonomide kişi başına gelirin arttırılabilmesi için o ekonominin içinde bulunduğu sisteme uygun atılımları yapması gerekiyor. Bu, büyümeden gelişmeye geçiş aşaması. Bir ekonomi büyüyebilir ama bu büyümenin kalitesini kalibre edemezse büyüme gelişmeye dönüşemez. Bu dönüşümü sağlayacak şey yapısal reformlar. Bu reformlar sanıldığının tersine yalnızca ekonomiyle ilgili değil. Eğitimde bilimsel kalite artışının sağlanmasından yargı bağımsızlığına, ifade özgürlüğünün desteklenmesinden vergi yüklerinin düşürülmesine kadar pek çok konu bu kapsamın içine giriyor. 

Türkiye’nin kişi başına gelirini her yıl 1500 dolar arttırması gerekiyor”

Türkiye, yapısal reformlar için ne yazık ki en önemli fırsatı sunan 2005 – 2009 arasındaki dönemi boş geçirmiş bulunuyor. O dönemde hem küresel krizin etkisi bu kadar yoğun değildi hem de dünyada likidite bolluğu vardı, Türkiye özelleştirmeler başta olmak üzere bir seferlik gelirlerden yoğun bir biçimde yararlanmıştı. Bu fırsat kaçırıldı. Türkiye son 10 yılda yapısal reform olarak adlandırılabilecek tek düzenlemeyi bankacılık alanında gerçekleştirdi. Onu da krizin empoze ettiği sonuçlar üzerine gerçekleştirdi. Bugün içinde bulunduğumuz koşullar yapısal reformlara girişmek için elverişli bir ortam sunmuyor.

Küresel sistemde toparlanma ortaya çıkar da likidite bolluğu yeniden yaşanırsa ve bu çerçevede Türkiye eğer yapısal reformları yapmaya başlarsa 5 – 6 yıllık bir sürede orta gelir tuzağından çıkabilir. 2023’te 25 bin dolarlık hedefe ulaşılabilmesi için Türkiye’nin kişi başına gelirini her yıl 1500 dolar arttırması gerekiyor. Son 7 yıllık performansa bakarsak bunun mümkün olduğunu söylemek hayalperestlik olur. Bu hedefe ulaşmanın bir tek yolu Türkiye’nin teknoloji üretmeye başlamasıdır. Böyle bir durum da görünmüyor.

 CNBC-e Genel Yayın Yönetmeni Servet Yıldırım

“Orta gelir tuzağının çok uzağında değiliz”

Orta gelir tuzağı basit bir ifadeyle bir ülkenin ya da bölgenin kişi başına düşen milli gelirinin düşük seviyelerden orta düzeylere yükseldikten sonra, orada takılıp kalması ve bir üst kademeye geçememesidir. Dünya Bankası, 2010 verilerine göre kişi başına gayrisafi yurtiçi hasılası 1.000 doların altında olan ülkeleri düşük gelirli, 1.000 ila 3 bin 975 dolar arasındakileri alt orta gelirli, 3 bin 975 ila 12 bin 275 dolar arasındakileri üst orta gelirli ve 12 bin 275 doların üzerindekileri ise yüksek gelirli ekonomiler olarak tanımlıyor. Türkiye 10 bin 500 dolar dolayındaki kişi başı geliri ile üst orta gelir grubunda bulunuyor. Bir diğer tanıma göre ise orta gelir tuzağı kişi başı gelirin ABD’deki gelirin yüzde 20’si dolayında takılıp kalmasıdır. Bu tanıma göre de Türkiye uzun bir süredir orta gelir grubunda yer alıyor.

Türkiye’nin şu an itibarıyla orta gelir tuzağına düştüğünü söyleyemeyiz, ancak alt-orta gelir kademesinden üst-orta kademeye yükseldikten sonra orada takılıp kalması ve gelir düzeyini artıran verimlilik artışlarının ortadan kaybolmaya başlaması, orta gelir tuzağının çok uzağında olmadığımızı bize gösteriyor.

Orta gelir tuzağından kurtuluş

Orta gelir tuzağına yakalanmamak için nelerin yapılması gerektiği ekonomik göstergelerden ve istatistiklerden net bir şekilde görülüyor. Mesela, Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının milli gelire oranı yüzde 1’in altında bulunuyor. Yüksek gelir grubundaki gelişmiş ekonomilerde bu oran yüzde 1.5 ila 3.5 arasında değişiyor. Demek ki, biz onlar kadar Ar-Ge ve inovasyon yapamıyor, bizi üst kademeye taşıyacak yüksek teknolojili ve katma değerli ürünleri üretemiyoruz. Mesela, kadınların işgücüne katılım oranı bizde yüzde 30, gelişmişlerde ise 50’nin üzerinde. İşgücü piyasamız yeterince esnek değil, hatta OECD’ye göre mevzuat olarak en katı olanı bizimki. İç tasarrufların milli gelire oranı Türkiye’de yüzde 14 dolayındayken, yükselmeyi arzuladığımız ligdeki ülkelerin çoğunda yüzde 17’nin üzerinde. Büyümeyi finanse edecek iç tasarrufu üretemeyip, dış piyasalardan sıcak para arayışına giriyoruz. İmalat sanayi içinde yüksek teknoloji sektörlerin payı bizde yüzde 2-3 düzeyinde. Gelişmiş ekonomilerde ise bu oran çift haneli rakamlarla ifade ediliyor. Bu küresel rekabet ortamında ucuz mal üreterek yüksek gelir grubuna girmek mümkün değil. Okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı düşük, eğitim kalitesini gösteren PISA skorlarımız acınacak halde. Yarıştığımız ülkelerde ortalama 11-12 yıllık örgün eğitim var, bizde ise 6-7 yıllık bir ortalama. Dolaylı vergilerin toplam içinde ağırlıklı paya sahip olması ise kayıt dışılığın ve doğrudan vergi tabanının darlığının bir göstergesi olarak maliye tarafında yapılması gerekenleri gösteriyor. Çalışanların neredeyse yüzde 40’nın ve kayıt içindekilerin ise yarıya yakının asgari ücretten gösterildiği bir ekonomi, orta gelir grubundan üst gruba çıkmakta zorlanıyor.

“Kayıt dışını azaltacak reformları devreye sokmak gerekiyor”

Ekonominin mevcut yapısı ile 2023’te 25 bin dolarlık kişi başı gelir seviyesine ulaşmamız mümkün değil. Aynı şekilde bu halimizle 2023 için açıklanan 500 milyar dolarlık ihracat hedefine de ulaşamayız. Ulaşsak bile bunu 1 trilyon dolarlık ithalatla ancak yaparız. Türkiye ekonomisi 2001’de başlatılan reformların ve verimlilik artışının etkisiyle düşük-orta gelir grubundan, üst-orta gruba yükseldi, ancak orada takıldı kaldı. Bir üst kademeye çıkabilmek için tekrar verimlilik artışlarını yakalaması gerekiyor. Katma değer zincirinde aşağıdayız. Üretimin ve ihracatın düşük teknolojili ürün ağırlıklı “yükte ağır-pahada hafif” yapısının, orta ve yüksek teknoloji ağırlıklı “yükte hafif-pahada ağır” bir yapıya dönüştürülmesi şart. Ekonominin üretim kapasitesini artırabilmek için enerji ve işgücü verimliliğini artıracak, vergi tabanını genişletip, kayıt dışını azaltacak reformları bir an önce devreye sokmak gerekiyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü ve Radikal Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Seyfettin Gürsel

Eğitimin kalitesini artıracak reformlar gerekiyor

Büyümeyi uzun dönemde üç faktör taşır: Sermaye birikimi, işgücü-istihdam artışı ve toplam faktör verimliliği. Ekonomik kalkınmanın ilk dönemlerinde sermaye birikimi ve istihdam artışı ağırlık kazanır; sermaye stoku düşüktür dolayısıyla sermaye birikiminin büyümeye katkısı yüksektir, tarım dışı işgücü-istihdam artar. Kişi başına gelir 10 bin doların üzerine çıktığında sermayenin ve istihdamın katkısı azalır. Büyümenin ve kişi başına gelir artışının nispeten yüksek düzeyde devam edebilmesi için toplam faktör verimliliğinin katkısının artması gerekir. Bu ise iyi işleyen ekonomik, siyasal ve hukuk kurumlarıyla yüksek vasıflı işgücü ve teknolojik gelişmeyle olur. Bunlara sahip olmayan bir ülkenin orta gelir tuzağına düşmesi, diğer ifadeyle 15-16 bin dolar kişi başına gelirin üzerine çıkamaması çok muhtemeldir.

“Büyümeyi sermaye birikimi ve istihdam artışı sırtladı”

Son beş yılda kişi başına gelir 10 bin dolar civarında seyretti. Bunun önemli bir nedeni TL’nin aşırı değerini geri vermesi. Bir bakıma dolar bazında oluşan yüksek kişi başına gelir köpüğü son 5 yılda gitti. Orta gelir tuzağı tartışması açısından önemli olan son iki yıldır büyümenin yüzde 3 civarına, kişi başına reel gelir artışının da (TL bazında) yüzde 2'nin altına gerilemiş olması. Dahası, son iki yılda (2012 ve 2013) büyümeyi sermaye birikimi ve istihdam artışı sırtladı. Verimliliğin katkısı sıfır civarında. Bu konuda BETAM'ın "Türkiye orta gelir tuzağının eşiğinde" başlıklı araştırma notunu okumanızı tavsiye ederim. Bu yıl ve önümüzdeki yıl da büyümenin yüzde 4'ü bulması çok düşük ihtimal. TL’nin yeniden aşırı değerlenmesini de ne hükümet ne de Merkez Bankası istiyor. Bu koşullarda dolar bazında kişi başına gelir önümüzdeki yıllarda çok az artış gösterecek.

“Kişi başına dolar bazında gelir artışı yüzde 5'i bulabilir”

Büyümeye toplam faktör verimliliğinin daha fazla katkı (hiç olmazsa 1,5 yüzde puan civarında) yapması gerekiyor ki, mevcut yatırım (sermaye birikimi) ve istihdam artışı düzeylerinde büyüme yüzde 4-5 arasında sürdürülebilsin. Bunun için verimlilik artışlarını ve rekabet gücünü destekleyecek reformlara ihtiyaç var. Öncelikle eğitimin kalitesini artıracak reformlar gerekiyor. Yüksek öğrenim rekabete açılmalı ve üniversitelere (kamu dahil) mali özerklik verilmeli. Orta eğitimde öğretmen kalitesinin ve yaratıcı düşüncenin öne çıkması çok önemli. Pek çok araştırma okul öncesi eğitimin kalkınma üzerindeki etkisini gösteriyor. Türkiye'de okul öncesi katılım yüzde 30'u ancak geçti. Kayıtlı işgücü piyasasının esnekleştirilmesi gerekiyor. Kıdem tazminatı reformu hayati önem taşıyor. Kadınların istihdama katılmalarındaki ekonomik, toplumsal ve kültürel engellerin kaldırılması gerekiyor, vergi sisteminin gelir vergisine daha fazla yüklenmesi, kaçağın azaltılması gerekiyor. Türkiye'de firmaların ölçekleri yetersiz. Ölçek artırmanın önündeki engellerin kaldırılması şart. Ar-Ge'nin ve yenilikçiliğin daha rasyonel bir çerçevede ve daha fazla desteklenmesi lazım. AB müktesabatının, özellikle hukuk devleti, bireysel özgürlükler, demokrasi açısından kabul edilmesi çok önemli. Aksi takdirde doğrudan yabancı sermaye akışı yetersiz kalacak.

2023 için 25 bin dolar kişi başına gelire ulaşma hedefinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu hedef başından beri gerçekçi değildi. Bununla beraber yukarıda kısaca özetlediğim yapısal reformlar 2015'ten sonra birkaç yıl içinde hayata geçirilebilirse, kişi başına dolar bazında gelir artışı yüzde 5'i bulabilir. Reel artışın yanı sıra TL'nin yılda ortalama yüzde 2 değer kazanacağını varsayıyorum. Bu durumda 2023’te kişi başına gelir 17 bin doları bulur. Bunlar yapılmazsa 13 bin doları geçemez.

Dünya Gazetesi Baş Yazarı Osman S. Arolat

“Ekonomik büyüme, Türkiye’yi orta gelir tuzağından kurtaracak”

Ülkelerin olgunlaşan teknolojileri giderek eskirken, yenilenmezken, demokratik kurumlar sivil toplumun çeşitlenen talepleri karşısında yetersiz kalır. Bu da ülkenin ekonomisinin patinaj yapasına neden olur. Bu noktadan sonra  ülkeler, büyümenin kaynağını ucuz işgücü ya da daha fazla doğal kaynak kullanımına dayandırır. Bunun sonucunda ülkeler, üretkenlik kazanımına, teknolojik sıçramaya dayalı katma değer artışını sağlayamaz. Bu da düşük büyüme döngüsü içerisinde orta gelir tuzağına düşülmesine yol açar. Orta gelir tuzağına düşen ülkeler, uzun süre düşük büyümeyi aşamaz.

Ülkemizin son 5 yılda, kişi başına 10 bin dolar seviyesinde bir gelirde seyretmesi, birçok ekonomistin de belirttiği gibi, Türkiye’nin orta gelir tuzağı içerisine düştüğünü gösteriyor.

“Yerli katkılı bir üretim modeline ihtiyacımız var”

Kişi başına düşen geliri artırabilmek ve orta gelir tuzağından çıkmak için uluslararası işbölümünde katma değeri daha yüksek ürünlerin üretilmesini teşvik eden yeni bir üretim ve kalkınma modelini kurgulayıp, ona uygun reformları hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu reformlar içersinde makro düzenlemeler kadar mikro düzenlemelerin, KOBİ’leri verimli kılacak çalışmaların da büyük önemi var. Daha çok yerli hammaddeli, “yerli” katkılı bir üretim modeline ihtiyacımız var.

Dünya örnekleri

2023’te 25 bin dolar kişi başına gelire ulaşılması durumunda, önümüzdeki dönemde ortalama yüzde 7-8 büyümeye ihtiyacımız olacak. Bu büyüme, bizi orta gelir tuzağından kurtaracak. Dünya deneyimi de bunu ortaya koyuyor. Orta gelir tuzağında 17 yıl kalan Çin, yüzde 7.5’lik büyüme ortalamasıyla bu tuzaktan çıktı. Orta gelir tuzağında 19 yıl kalan Güney Kore’de bu durumdan yüzde 7.2’lik geçiş dönemi kalkınmasıyla kurtulabildi. Biz de ancak yüksek büyümeyle bu tuzaktan kurtulabiliriz.

“Yeni kalkınma modeline ihtiyacımız var”

Türkiye’de siyasetçiler yüzde 3’ler seviyesindeki büyümeyi, düşük büyümeli gelişmiş ülkelerle kıyaslayarak, bundan övgüyle söz ediyor. Oysa bu doğru bir kıyaslama yöntemi değil. Bizim kıyaslama yapacağımız ülkeler, gelişmekte olan ülkeler olmalı. Büyümemiz onlarla kıyaslandığında, düşük seviyede kalıyor. Bu da yeni kalkınma modeline ve reformlara ihtiyacımız olduğunu ortaya çıkarıyor.

Radikal Gazetesi Yazarı Fatih Özatay

“Orta gelir tuzağı, kader değil”

Gelişmiş ülkelerle aralarındaki gelir farkını kapatan ülke sayısı çok az. Oysa düşük gelir düzeyinden orta gelir düzeyine çıkan çok fazla sayıda ülke var. Ülkeler, tarımda çalışıyor görünen, aslında üretime belirgin bir katkısı olmayan önemli bir işgücü, düşük gelir grubundaki ülkelerin düşük-orta teknoloji düzeyindeki sektörlere yatırım yapmaları ve gerekli teknolojiyi kolaylıkla ithal etmeleri sayesinde, sanayide çalışmaya başlayıp üretken hale geliyor. Bu ülkelerde, belirgin bir verimlilik ve hızlı gelir artışı gözleniyor. Bunu beceremeyen ve düşük gelir düzeyinde kalan azımsanmayacak sayıda ülke bulunuyor. Bu çerçevede, orta gelir düzeyine çıkmak azımsanmayacak bir başarı. Dünya Bankası sınıflamasına göre Türkiye üst orta gelir grubunda yer alıyor.

Akademik çalışmalar orta gelir tuzağından çıkan (mesela Kore) az sayıdaki ülkenin bazı ortak özelliklerine dikkat çekiyor. Birincisi, bu başarılı ülkelerin gelirlerine kıyasla yatırımları çok yüksek. Bunu “tasarruf oranları yüksek” diyerek yorumlamak da mümkün. İkincisi, bu ülkelerin vatandaşlarının ortalama eğitim düzeyi yüksek. Üçüncüsü –ki ikinci ile yakından ilgili- yüksek teknolojili ürünler sanayi ihracatı içinde önemli bir ağırlığa sahip.

“Orta gelir tuzağındayız”

Orta gelir tuzağını tanımlarken, dolar cinsinden kişi başına gelir karşılaştırmaları yanlış sonuçlar verebiliyor. Doğru ölçüt, satın alma gücü paritesi ile ölçülen dolar cinsinden kişi başına gelir düzeyi. Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar bu verileri yayınlıyor. Bu veriler kullanıldığında ortaya çıkan tablo şu: Türkiye’nin kişi başına gelir düzeyi, zengin ülkelerin kişi başına gelir düzeyine kıyasla 1980’den bu yana neredeyse değişmeden kalmış. Farklı bir ifadeyle, zengin ülkelerle aramızdaki büyük gelir farkı değişmemiş. Dolayısıyla, orta gelir tuzağında olduğumuzu söyleyebilirim. Elbette orta gelir tuzağı bir kader değil. Bu tuzaktan çıkan ülkelerin ortak özeliklerini belirttim. Bu özellikler bize ışık tutmalı.

“Kayıt dışı ekonominin üzerine gitmeliyiz”

Türkiye’nin tasarruf oranı hem dünya ortalamasına hem de gelişmekte olan ülkeler grubunun ortalamasına göre çok düşük. İddialı olmayan bir yatırım düzeyi tutturabilmek için bile, dış finansmana (yabancıların tasarrufuna) ihtiyaç duyuyoruz. Milli gelire oranla yatırım düzeyimiz düşük olmasına karşın, milli gelirimize oranla yatırım düzeyimiz ile tasarruf düzeyimiz arasındaki fark, yani cari açığımız çok yüksek. Tasarruf oranımızı artırmak gerekiyor. Ama bu o kadar kolay bir iş değil. Yine de bir yerden başlamalıyız.

Bu çerçevede kayıt dışı ekonominin üzerine gitmek doğru bir tercih gibi görünüyor. Böylelikle hem kamu tasarrufunu artırmak (vergi oranlarını yükseltmeden vergi gelirlerini yükseltmek) hem de kayıt dışında verimsiz çalışan firmaların verimli olan şirketlerin lehine kapanmalarını sağlamak mümkün. Elde edilen ek vergi gelirleri ile işini kaybedeceklere işsizlik yardımı yapılabilir ve onların niteliklerini artıcı eğitimler düzenlenebilir. En büyük sorun, böyle bir reformu siyasetçinin kolaylıkla göze alamayacak olması. Eğitim reformu bu ülkenin gündeminden zaten hiç düşmedi. Ama geldiğimiz nokta hem nitelik hem de nicelik olarak hiç tatmin edici değil.

Çok sayıda başlık eklenebilir bu iki alana: Hukukun üstünlüğünün sağlanması, inşaatın değil araştırma geliştirmenin teşvik edilmesi, makro istikrarın korunması, yatırım ortamının iyileştirilmesi, finansa erişimin kolaylaştırılması… Zaten biliniyor. Önemli olan nasıl bir öncelik sırası izleneceği.

Mevcut durumumuz ile zengin ülkelerle aramızdaki kişi başına gelir farklılığının azalacağını düşünmüyorum. Zira bu yönde bir reform çabası yok. Kısacası, 2023 hedefi bana hiç gerçekçi gelmiyor.

Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.  S.Burak Arzova

“Yüksek gelir düzeyine ulaşmak için üretken bir ekonomiye geçmek şart”

Orta Gelir Tuzağı basit bir ifade ile orta gelir düzeyine ulaşmış ekonomilerin çok uzun süre bu gelir düzeyinde kalarak bir üst basamak olan yüksek gelir düzeyine bir türlü geçemedikleri; diğer bir ifade ile bir üst gelire sıçrama yapamadıkları süreci anlatır. Orta gelir düzeyi, kişi başına gelirin 10 bin dollar ile 15 bin arasında sıkıştığı gelir düzeyine verilen isim.

Bence, Türkiye orta gelir tuzağı ile karşı karşıya değil, tam da bu tuzağa düşmüş durumda. Ülkenin içinde bulunduğu rehavet ve daha üst gelir düzeyine taşıyacak yapısal reformlara bir türlü geçilememesi (atalet) tuzağın içinde olduğumuzun en önemli belirtileri.

İleri demokrasi gerekliliği

Yüksek gelir düzeyine ulaşmak için üretken bir ekonomiye geçmek şart. Üretken ekonominin en önemli yapı taşlarından birisi nitelikli iş gücü. Türkiye özellikle nitelikli ara kademe işçi ve yönetici yetiştirmekte çok zorlanan bir ülke. Türkiye’de mevcut eğitim sistemi, meslek liselerinin ve meslek yüksek okullarının önemini ikinci planda tutan bir yapıda. O nedenle pek çok sanayi türünde, o sanayinin yapısına uygun eleman bulabilmek çok zor, hatta mümkün değil. Öncelik, eğitimde orta okul ve lise düzeyinde yeteneklere göre mesleki yönlendirmenin yapılabildiği (Almanya benzeri) bir eğitim sisteminin oluşturulması olmalı. Diğer husus ise ileri demokrasi gerekliliği. İleri demokrasi sadece siyasal hak ve özgürlükler için değil, sermayenin korkmadan, ürkmeden Türkiye’ye gelebilmesi için de önemli. Türkiye’ye uzun dönemli yatırım yapacak olan yatırımcılar, burada siyasi iktidarlar  hangi görüşten olursa olsun, koydukları sermayenin yasalarla ve bu yasaları uygulayıcılar tarafından korunacağına emin olduklarında geliyor. Sermayenin gelmesi kadar gerektiğinde çıkabilmesi de çok önemli. Bu da ancak ileri demokratik uygulamalar ile mümkün olabilir. Fıkri ve sınai haklar başta olmak üzere üretim yapan, bunu markalaştıranın tüm haklarının korunduğu bir yapı mutlaka şart.

“Yüksek teknolojinin, ihracattaki payı artırılmalı”

Yüksek teknolojinin, Türkiye’nin ihracatındaki payının artırılması gerekiyor. Bölgesel teşviklerin işe yaramadığı aşikar. Bunun yerine, Türkiye’de Çin ve Dubai de olduğu gibi serbest bölge mantığına geçilmesi gerekiyor. Tüm bir bölgenin serbest bölge ilan edildiği finansal işlemler dışında vergi alınmadığı bölgeler oluşturulması lazım. İhracatta katma değerli ürün üretenlere, KDV iadesi dışında parasal teşvikler, indirimli faiz oranlarının uygulandığı bir modele geçiş yapılması gerekli. Katma değerli ürün ve ileri teknoloji ürün üretenlerin eksene alındığı, bunların tüm bürokratik işlemlerden arındırıldığı bir yapıya ihtiyaç duyuluyor. Üniversitelerin sanayi ile işbirliği yolunda özellikle bilim insanlarının bu yapıya uygun çalışmasının maddi teşviklerle de özendirilmesi lazım.

“Uzun dönemli hedefler motivasyon kaynağı”

2023 hedeflerine bu saatten sonra ulaşılması mümkün değil. Dikkat edilirse hükümet çevrelerinden de bu husus fazla dillendirilmiyor. Bir nevi unutma dönemi yaşıyoruz. Bu büyüme ve enflasyon oranları ile 2023 hedeflerini yakalayamayız. Ancak ben yine de ekonomide uzun dönemli hedeflerin motivasyon olarak çok önemli katkılarının olduğuna inanıyorum.

Türkiye’de yeniden ekonominin konuşulduğu bir ortama geri dönülmesi ve 2. nesil yapısal reformlar dediğimiz reformların yapılmasının her kesimce desteklenmesi lazım.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next