Lütfen ODMD Gladyatör için Tıklayınız > Lütfen Magma Tıklayınız >
Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özgür Orhangazi Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Özgür Orhangazi          

    

Kadir Has Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi

TÜRKİYE EKONOMİSİ KIRILGAN BİR EŞİKTEN GEÇİYOR”          

TÜRKİYE’NİN KALICI ÇÖZÜM İÇİN YAPISAL DÖNÜŞÜMLERE İHTİYACI OLDUĞUNU VURGULAYAN KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ EKONOMİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ÖZGÜR ORHANGAZİ’YE GÖRE 2025 YILI, HEM İÇ DİNAMİKLER HEM DE KÜRESEL GELİŞMELER IŞIĞINDA CİDDİ RİSKLER BARINDIRIYOR. ÖZELLİKLE OTOMOTİV GİBİ STRATEJİK SEKTÖRLERDE YERLİLEŞME VE NİTELİKLİ SANAYİ POLİTİKALARININ HAYATA GEÇİRİLMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYOR.

2025 yılında ülkemizin ekonomik görünümü nasıl ve nasıl devam edecek? Bu konuda öngörülerinizi, beklentilerinizi alabilir miyiz?

İki yıla yaklaşan yüksek faiz rejimi, ne enflasyonu hedeflenen düzeye çekebildi ne de ülkeye yeterli döviz getirerek kalıcı bir denge sağlayabildi. 19 Mart’ta ortaya çıkan kırılmayla yalnızca iki olasılık kalmış görünüyor: Faizleri daha da yukarıda tutarak iflas ve işsizlik dalgası eşliğinde bir resesyonu göze almak ya da siyasette belirgin bir yumuşama hamlesiyle yeni döviz girişini sağlamaya çalışmak. Siyasal maliyeti yüksek bu seçeneklerin ikisine de iktidarın kolaylıkla yönelmesi beklenmediği gibi, mevcut koşullarda bunların yerini alabilecek yeni bir program da henüz ortada yok.

2025/2026 yılında ülkemizde ekonomik politikalar/stratejiler nasıl belirlenmeli? Öncelikler neler olmalı?

Asıl sorunu, yani döviz dengesizliğini çözmeyen her reçete, enflasyonu geçici olarak aşağı çekse bile ilk kur sıçramasında aynı mekanizmayı yeniden üretir. Kronik dış ticaret açığı, yabancı yatırımcılara yapılan yüksek kâr transferleri ve yerli tasarrufların dövize yönelmesi, döviz talebini sürekli besliyor. Stratejik kamu yatırımlarıyla dış açığı sınırlamayı hedeflemeyen, oligopol piyasalardaki fiyat belirleme gücünü denetlemeyen ve ücretlilerin kayıplarını telafi etmeyi dahi gündeme almayan bir dezenflasyon programından kalıcı bir iyileşme beklemek zaten mümkün değildi.

2025’te büyüme, dış ticaret ve kurlar yönünden tahminlerinizi öğrenebilir miyiz?

Belirsizliğin arttığı bir döneme giriyoruz. Kur, fiilen Merkez Bankası tarafından yönetiliyor. Piyasaların sığlığı ve Türk lirasına duyulan kırılgan güven, bu kontrolü zorunlu hâle getirmiş durumda. Kurun yönü, yabancı sermayenin iştahı, yerli tasarruf sahibinin tutumu ve Merkez Bankası rezervlerinin müdahale kapasitesine bağlı olarak belirlenecek.

Kur belirsizliği devam ederken dış ticaret ve büyüme tahminleri de belirsizliğini koruyor. Ekonomideki daralmanın izleri ise şimdiden işsizlikteki artış ve kapasite kullanımındaki düşüşle kendini gösteriyor. Geniş tanımlı işsizlik oranı son verilerde yüzde 28,5’e yükselirken, kapasite kullanım oranı yüzde 75’in altına gerilemiş durumda. Bu tablo, ekonominin elindeki sermaye stokunu da iş gücünü de verimli şekilde kullanamadığını ortaya koyuyor.

Türkiye’de enflasyonun kalıcılığına yol açan temel yapısal sorunları nasıl tanımlarsınız? Faiz-enflasyon ilişkisi Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde nasıl bir dinamiğe sahip?

Enflasyon cephesinde kısa vadede çıkış kapısı görünmüyor. Kur artışı ithal maliyetleri yukarı çekiyor, firmalar bu artışa marj ekleyerek fiyatlara yansıtıyor; ardından bütün fiyat belirleyen aktörler, maliyet gerekçesine bakmaksızın payını korumak için yeniden zam yapıyor. Ücretler yılda bir güncellendiği için emek gelirleri bu hıza yetişemiyor; zaten yüksek işsizlik ve örgütsüzlük nedeniyle geçmiş enflasyonu telafi etmek de çoğu zaman mümkün olmuyor. Buna rağmen yapılan her ücret ayarlaması işletmeler için yeni bir fiyat artışı gerekçesi yaratıyor; süreç, göreli fiyatların iyice oynadığı veri güvenliği zayıf bir ortamda katmerlenerek sürüyor. Tasarruf sahipleri varlıklarını korumak adına dövize yöneldikçe kur yeniden tırmanıyor ve döngü başa sarıyor.

ABD ve Avrupa merkez bankalarının politika kararlarının Türkiye üzerindeki etkilerini nasıl öngörüyorsunuz?

Dışarıdan bakıldığında küresel likiditedeki artış Türkiye’ye kısa vadeli bir nefes alma imkânı sunabilir. Ancak Trump yönetiminin Çin’le tırmandırdığı gerilim, dünya ticaretinde ciddi belirsizlikler yaratıyor. Bu ortamda temkinli hareket etmek her zamankinden daha büyük önem taşıyor.

Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşüyorsunuz?

Son dönemde otomotiv sektörü, hem ihracat hem de ithalat açısından Türkiye ekonomisinde önemli bir yer tutuyor. İhracatın lokomotiflerinden biri olarak öne çıkmasına rağmen, sektör aynı zamanda yüksek ithalat bağımlılığı, sınırlı teknoloji üretimi ve düşük emek-gelir payı gibi sorunlarla ülkenin yapısal kırılganlıklarını da yansıtıyor.

Otomotiv, ihracat, istihdam ve teknolojik öğrenme açısından fırsatlar sunuyor; ancak yüksek oranda ithal girdi kullanımı ve ağırlıklı olarak yabancı sermaye kontrolünde olması nedeniyle cari açık ve gelir dağılımı eşitsizliği gibi kronik sorunları da yeniden üretiyor. Türkiye ekonomisini dönüştürebilecek asıl katkı, sadece üretim hacmiyle değil, üretimin niteliğiyle mümkün olabilir. Bu da yerlilik oranının özellikle batarya, yazılım ve sensör gibi kritik teknolojilerde artırılması; karbon ayak izinin azaltılması ve emeğin gelirden aldığı payın yükseltilmesini hedefleyen kapsamlı bir sanayi politikasıyla sağlanabilir.

Gündeminiz ve ülke gündemi kapsamında eklemek istedikleriniz nelerdir?

Orta ve uzun vadeli sorunlara çözüm getirecek kapsamlı bir ekonomik program ne mevcut iktidar ne de muhalefet cephesinden ortaya konmuş değil. Böyle bir belirsizlik ortamında, Trump yönetiminin Çin’le rekabeti tırmandırmasının Türkiye için fırsatlar yaratacağı yönündeki beklentiler de şu aşamada gerçekçi temellere dayanmıyor.

Türkiye’nin, Çin’in batıya açılan yeni ihracat üssü olabileceği yönündeki öngörüler; ABD’nin bu gelişmeye tepkisiz kalacağı varsayımına dayanıyor. Oysa ABD’nin Çin’e karşı uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri, Çinli şirketleri ABD dışı pazarlarda daha agresif arayışlara itiyor. Bu da Türkiye için artan rekabet anlamına geliyor. Özellikle dış ticaret dengesi açısından bakıldığında, Çin’den gelen bu ihracat baskısı Türkiye’nin ithalat bağımlılığını artırabilir.

Bu gelişmelerin etkisinin en hızlı ve doğrudan hissedileceği alanların başında ise otomotiv sektörü geliyor. Hem üretim zincirinde Çin’e bağımlı olan yapılar hem de artan fiyat rekabeti, yerli üreticiler için risk oluşturabilir. Bu nedenle dış ticaret politikalarının dikkatle ele alınması ve stratejik sektörlerde yerli üretimi koruyacak önlemlerin zaman kaybetmeden devreye alınması gerekiyor.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next