Türkiye İş Bankası Baş Ekonomisti İzlem Erdem Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

İzlem Erdem

Türkiye İş Bankası Baş Ekonomisti

“2021, büyümenin önemli ölçüde ivme kazandığı, enflasyona ilişkin risklerin ise arttığı bir yıl oldu”

“2022’de, pandemi dönemini ekonomik büyüme anlamında görece az hasarla atlatmış olmak yeterli olmayacak. Küresel risklere karşı hazırlıklı olmanın kritik önem taşıdığı bir döneme giriyoruz. Finansal piyasalardaki oynaklığın ve pandeminin seyrinin, altın gibi güvenli yatırım araçları ve döviz kuru üzerindeki etkileri, önümüzdeki dönemde de yatırım kararlarında belirleyici olmaya devam edecek. 2023 yaklaşırken, para ve maliye politikası tarafında yapılacak tercihler de Türkiye’ye yönelik risk algısını ve büyümenin kalitesini şekillendirecek temel unsurlar olmaya devam edecek.”

Türkiye ekonomisinin 2021’i genel olarak nasıl kapatmasını öngörüyorsunuz?

Dünya ve Türkiye ekonomisi 2021’e pandemiyle mücadelede aşıların devreye girmesinin de etkisiyle iyimser beklentilerle başlamıştı. Yılın ilk dokuz ayı itibarıyla ekonomik büyüme performansı açısından bu iyimser beklentilerin büyük ölçüde gerçekleştiğini gördük. Öte yandan, pandemi sonrası yaşanan hızlı toparlanmanın ve buna eşlik eden arz yönlü kısıtların etkisiyle enflasyonist baskılar öngörüldüğünden daha yüksek bir düzeye ulaştı. Bu görünüme paralel olarak, önde gelen merkez bankalarının para politikalarında normalleşme sürecine beklenenden erken başlayacakları sinyalini vermeleriyle gelişmekte olan ülkeler ilave zorluklarla karşı karşıya kalabileceği bir döneme girdi. Söz konusu ortamda, artan risklere ve finansal oynaklıklara rağmen, Türkiye ekonomisi 2021’İn ilk yarısında tüketim ve yatırım talebinin yanı sıra ihracatın da güçlü katkısıyla hızlı bir büyüme sergiledi. Öncü göstergeler yılın üçüncü çeyreğinde de iktisadi faaliyetin büyük ölçüde gücünü koruduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, geçtiğimiz yılın ikinci yarısında kaydedilen yüksek büyümenin yarattığı bazın ve son dönemde ağırlık verilen makroihtiyati önlemlerin etkisiyle yılın ikinci yarısı genelinde görece ılımlı bir performans kaydedileceğini öngörüyoruz. Bu çerçevede, 2021’in tamamında büyümenin yüzde 8,5-9 civarında gerçekleşebileceğini tahmin ediyoruz. Diğer taraftan, 2021 yılı Türkiye ekonomisi için fiyat istikrarı mücadelesinde koşulların zorlaştığı bir yıl oldu.

Artan iç talep yanında yükselen küresel emtia fiyatları ve TL’deki değer kaybı enflasyonist baskıları artıran başlıca gelişmeler oldu. Söz konusu etkileri dikkate alarak 2021 sonunda yıllık enflasyonun yüzde 18 seviyesinde gerçekleşmesini öngörüyoruz. Enflasyon görünümündeki bozulmaya rağmen, ihracattaki olumlu performans, ihtiyatlı maliye politikası duruşunun korunması ve bankacılık sektörünün sağlıklı performansını sürdürmesi 2021’de öne çıkan olumlu gelişmeler arasında yer alıyor.

2022’de ekonomik açıdan ülkeyi bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

2022 yılı küresel riskler açısından değerlendirildiğinde, devam eden pandeminin yanı sıra gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikalarında hızlı bir normalleşmeye gitmeleri ihtimali ve enerji piyasalarındaki son gelişmelerin içinden çıkılması daha zor bir hale getirdiği enflasyonist baskılar öne çıkıyor. Pandemi dönemini ekonomik büyüme anlamında görece az hasarla atlatmış olmanın yeterli olmayacağı, küresel risklere karşı hazırlıklı olmanın kritik önem taşıdığı bir döneme giriyoruz. Hızlı bir değişim geçirmekte olan küresel koşullara aynı ölçüde hızlı bir şekilde adapte olmayı sağlayacak ve özellikle iklim değişikliğiyle mücadele alanında aksiyon planları oluşturulmasını da içerecek bir çerçevede ihtiyaç duyulan yapısal reformların hayata geçirilmesi önümüzdeki yıllar için daha elverişli bir faaliyet ortamı anlamına gelebilecek. Seçim yılı olan 2023 yaklaşırken para ve maliye politikası tarafında yapılacak tercihler de Türkiye’ye yönelik risk algısını ve büyümenin kalitesini şekillendirecek temel unsurlar olmaya devam edecek.

“Salgının sağlığa etkileri sürse de, ekonomiye yönelik doğrudan etkileri azaldı”

Covid-19 aşısındaki gelişmeler Türkiye ekonomisini ne yönde etkileyecek?

Türkiye’de Covid-19 salgını kamu sağlığı üzerindeki etkisini sürdürüyor olsa da özellikle kısıtlayıcı tedbirlerin kaldırıldığı ve aşılamanın hız kazandığı yaz aylarından bu yana salgının ekonomi üzerindeki doğrudan etkilerinin azaldığını izliyoruz. Pandeminin olumsuz etkilerinin en ağır şekilde hissedildiği sektörlerden biri olan turizmdeki toparlanma Ağustos 2021’de belirgin hale geldi. Öte yandan, Türkiye’nin aşılamanın desteğiyle salgına karşı verdiği mücadelenin daha tatmin edici sonuçlar vermesi için tüm dünyada salgının ve aşılamanın nasıl seyredeceği önem taşıyor. Aşılamada bölgesel farklılıkların da etkisiyle henüz istenilen düzeye ulaşılamaması küresel ekonomik aktivite açısından risk yaratmaya devam ediyor. Delta varyantında olduğu gibi, pandemiye yönelik endişe yaratan yeni gelişmeler yaşanması durumunda da dünya genelinde ekonomik kırılganlıklar artabilir. Bununla birlikte, pandeminin ne zaman tamamen etkisini kaybedeceğinin tahmin edilemediği mevcut ortamda Türkiye’nin kendi aşısını üretmesi yönünde atılan adımlar da salgınla mücadele için olumlu bir tablo çiziyor.

“Gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikalarında sıkılaştırma yönünde oluşabilecek muhtemel değişimler, Türkiye dahil, gelişmekte olan ülkeler için finansman kanalı üzerinden risk oluşturuyor.”

“Kısa vadede, yıllık enflasyonda iyileşme ihtimali zayıf görünüyor”

Döviz kurlarında hareketliliğin önümüzdeki dönemde devam etmesini bekliyor musunuz?

Önümüzdeki dönemde gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikalarında sıkılaştırma yönünde oluşabilecek muhtemel değişimler, Türkiye dahil, gelişmekte olan ülkeler için finansman kanalı üzerinden risk oluşturuyor. Özellikle Fed’in faiz artırımına ilişkin beklentilerin öne çekilmesi halinde küresel finansal piyasalardaki oynaklıklar daha da artarken, ABD dolarının güç kazandığı bir ortamda gelişmekte olan ülke para birimleri ilave baskı altında kalabilecektir. Böyle bir senaryoda Türkiye’de ekonomi politikalarına yönelik öngörülebilirliğin yüksek olması ve güvenin kalıcı olarak tesis edilmesi finansal piyasaların seyri açısından büyük önem taşıyacaktır.

Dolar, Euro, enflasyon ve altın gibi veriler konusundaki beklentinizi paylaşabilir misiniz?

Küresel ölçekte emtia fiyatlarında gözlenen hızlı yükselişler, yurt içi talepteki güçlü seyir ve finansal piyasalarda artan oynaklığa ek olarak önceki dönemlere kıyasla daha yüksek olan kur geçişkenliği etkisi enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturuyor. Eylül ayı başında yayımlanan Orta Vadeli Program’da yılsonu TÜFE enflasyonu tahmini yüzde 16,2 olarak paylaşılmıştı. Ekim ayı ortası itibarıyla güncel verilerle değerlendirdiğimizde 2021 yılsonu TÜFE enflasyonunun programdaki beklentinin de üzerinde gerçekleşme ihtimali güçlendi. Bu çerçevede, süregelen risklerle, kısa vadede yıllık enflasyonda iyileşme ihtimalini zayıf görüyoruz. Son dönemde yaşanan döviz kuru gelişmeleri ve Türkiye’nin risk primindeki hızlı yükseliş finansal istikrar ve fiyat istikrarı açısından risklerin arttığına işaret ediyor. Finansal piyasalardaki oynaklığın ve pandeminin seyrinin altın gibi güvenli yatırım araçları ve döviz kuru üzerindeki etkileri önümüzdeki dönemde de yatırım kararlarında belirleyici olmaya devam edecek.

“Birçok ülke ve sektör için, pandemi öncesi büyüme patikasına dönüş zaman alacak”

Pandemiyle geçen iki yılın ardından bugün dünya ekonomilerinin ekonomik ve sosyal tablosu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Pandeminin ilk günlerinden itibaren gelişmiş ekonomilerin öncülüğünde dünya genelinde hükümetler ve merkez bankaları tarafından alınan kapsamlı önlemler sağlık endişeleri kaynaklı ekonomik krizin başlangıçta öngörüldüğü kadar derinleşmesine engel oldu. Halen birçok ülke ve sektör için pandemi öncesi büyüme patikasına dönmek zaman alacak gibi görünmekle birlikte, pandeminin kendisi olmasa da yarattığı ekonomik şokun etkisi büyük ölçüde kontrol altında tutulabildi ve küresel ölçekte hızlı bir toparlanma elde edilebildi. Halen arzın talepteki toparlanmaya aynı hızda cevap verememesi, emtia fiyatlarındaki yüksek oranlı artışlar, küresel tedarik zincirlerindeki kırılmalar ve sonuçları, telafi edilememiş istihdam kayıpları, gelir dağılımı eşitsizliğinde öngörülen artış ve düşük faiz ortamına bağlı olarak artan borçluluk oranlarının taşıdığı riskler önem kazanıyor. Enflasyonist bir ortamda, borçluluk seviyelerindeki yükselişin de para politikalarının yüklendiği sorumluluğu artırarak politika bağımsızlığını ve dolayısıyla makroekonomik ve finansal istikrarı küresel ölçekte tehlikeye atabileceği değerlendiriliyor. Ekonomi politikaları bir yana bırakıldığında, pandeminin neden olduğu ani değişimlerin ve bir buçuk yıldır süren adaptasyon sürecinin; iş yapış biçimleri, dünya gündemindeki öncelikler ve toplumsal yaşam üzerinde kalıcı etkileri olacaktır.

İklim değişikliği sorununa karşı benimsenen yaklaşımdan dijital para kullanımına kadar pandemi öncesinde içinde bulunulan yapısal dönüşümlerin ivme kazandığı izleniyor. Her ne kadar “yeni normaller” salgın koşulları tamamen geride bırakıldığında netlik kazanacaksa da önümüzdeki dönemde pandemi sürecinde özellikle iş yapış biçimleri açısından edinilen birçok kazanımın korunacağını, küresel yatırım ve ticaret ağlarının yeniden gözden geçirileceğini ve uluslararası koordinasyona atfedilen önemin artacağını şimdiden söyleyebiliriz.

“Sektör, büyüme potansiyeline sahip”

Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşüyorsunuz?

Otomotiv sektörü dünya ekonomisi için olduğu gibi Türkiye ekonomisi için de stratejik öneme sahip. Yan sanayisiyle birlikte Türkiye’de demir-çelikten tekstile kadar birçok sektörü doğrudan etkileyen otomotiv sektörü aynı zamanda doğrudan yabancı sermaye için ülkeyi cazip kılma, nitelikli iş gücü yetiştirme ve vergi geliri yaratma gibi farklı başlıklarda da önemli işlevler üstleniyor. Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ana sektör olan otomotiv sektöründeki görünüm, teknolojik gelişmelerin sürükleyicisi olması ve mevcut konjonktürde iklim değişikliğiyle mücadelede kilit rol oynayacak olması nedeniyle de yakından izleniyor. Güncel fırsatlar ve riskler çerçevesinde belirlenecek doğru stratejilerle Türkiye otomotiv sektörü yenilikçi yatırımlara ev sahipliği yapmaya devam edecektir. Talep gören ürün yelpazesindeki değişimlere adaptasyon kabiliyeti, yeni pazarlar bulmadaki başarısı ve son yıllarda gündemde olan kendi otomobilini üretme programı paralelinde orta ve uzun vadede sektörün Türkiye ekonomisine olan katkısının artması beklenebilecektir. İç pazar penceresinden bakarsak, Türkiye’nin 2020 itibarıyla bin kişi başına düşen otomobil sayısı 157. Bu rakam, son yıllardaki artışa rağmen halen Avrupa ve benzer gelişmekte olan ülkelerin oldukça gerisinde. Bu durum, sektörde büyüme potansiyelinin yüksek olduğuna işaret ediyor.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next