Beykent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Ferman Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

Prof. Dr. Murat Ferman

Beykent Üniversitesi Rektörü

“2021 için ekonomide yüzde 7 büyüme öngörüyoruz”

“Sağlıklı bir tüketim arzu ve iştahına sahip, borçlanmaktan çekinmeyen ve geçerli enflasyon koşullarının mekaniğini önemli ölçüde çözmüş tüketici-müşteri profili ile Türkiye ekonomisinin normalleşme yönünde yol alacağını düşünüyoruz. Bu çerçevede, 2021 için ekonomik büyüme öngörümüz yüzde 7’nin üzerindedir. Türkiye’nin üstesinden gelmesi gereken en önemli konu ise sürdürülebilir kalkınma ile terbiye edilmiş, yaşam kalitesi göstergeleri ile kenetlendirilmiş bir büyüme formülünü oluşturmak ve konjonktürel değişimlere karşı gerekirse ‘ince ayar’ yaparak yoluna devam etmektir.”

Covid-19 aşısındaki gelişmeler ışığında Türkiye ekonomisinin 2021’in ikinci yarısında genel olarak nasıl bir seyir izlemesini bekliyorsunuz? Ülkeyi bekleyen başlıca riskler sizce neler olacaktır?

İki seneye yakın bir süredir, dünya ekonomisi Covid-19 olağanüstü konjonktürünün bunaltıcı kıskacında seyrine devam ediyor. Sözü edilen “Pandemi Temelli Kriz” sürecinin etki sahası dışında kalmayı başaran hiçbir ülke; ekonomi, sektör, hane halkının bulunmadığını görüyoruz. Hakim olan kriz ortamının nasıl bir seyir izleyeceği, hiç şüphesiz, pandemi karakteristiği yüzünden kestirilmesi ve öngörülmesi güç bir tahminleme problemini önümüze çıkarmaktadır. Pandemi temelli kriz; Hareket-Bereket dinamiğinin ilk unsurunu adeta felce uğratmaya devam etmektedir. Viral davranış konusundaki sınırlı bilgimiz, güvenirliği yüksek ekonomik modelleri ortaya koymayı güçleştiriyor. Normalleşme sürecinde elimizde geçerli olan tek çıpa/ana faktörün; “aşı” olduğu düşünüldüğünde, aşı temini ve aşılamanın yaygın uygulanması kulvarları öne çıkıyor. An itibarıyla geçerli düşünce; dünyada ortalama aşılanma seviyesinin asgari yüzde 70’e ulaşması olmakla birlikte, bu hedefe ancak önümüzdeki sene ulaşılabileceği yönünde kuvvetli bir kanaatin hakim olduğuna işaret etmeliyiz. Bu çerçevede, Türkiye’nin son haftalarda yakaladığı aşılama sayıları önemli bir avantaja işaret ediyor. Nitekim, ülkemizin “attığı aşı deparı”nın hemen ardından uluslararası birtakım kuruluşlar, bu gelişme çerçevesinde Türkiye’nin 2021 büyüme hedefini, en az yüzde 10’luk bir artışla 7 civarına, yukarı yönlü revize etti. Üstelik, normalleşme ve yeniden eski dinamikleri yakalama süreci söz konusu olduğunda, pandeminin ilk günlerinden başlayarak günümüze kadar gelen tüm analiz ve çalışmalarda, bu süreçte en önde mesafe alacak ülkeler arasında Türkiye’ye hemen daima ilk sırada yer verildiği görülüyor. “Sağlıklı bir tüketim arzu ve iştahına sahip, borçlanmaktan çekinmeyen ve geçerli enflasyon koşullarının mekaniğini önemli ölçüde çözmüş tüketici-müşteri profili” ile Türkiye ekonomisinin normalleşme yönünde yol alacağını düşünüyoruz. Bu çerçevede, 2021 için ekonomik büyüme öngörümüz yüzde 7’nin üzerindedir.

Önemle vurgulamak gerekir ki; büyüme rakamları, ekonomik esenlik yolunda sadece bir “gerek şart” olup mutlak suretle zorunlu birtakım “yeter şartlar” ile tamamlanmak; taçlandırılmak durumundadır. Türkiye’nin üstesinden gelmesi gereken en önemli konu; sürdürülebilir kalkınma ile terbiye edilmiş, yaşam kalitesi göstergeleri ile kenetlendirilmiş bir büyüme formülünü oluşturmak ve konjonktürel değişimlere karşı gerekirse “ince ayar” yaparak yoluna devam etmekten ibarettir.

 “Ters dolarizasyon başlamadan, kur kayıplarının önü alınamaz”

Döviz kurlarında hareketliliğin önümüzdeki dönemde devam etmesini bekliyor musunuz? Dolar, Euro, enflasyon ve altın gibi veriler konusundaki beklentinizi paylaşabilir misiniz?

Senelerdir var olan enflasyon varlığı ile adeta “zehirlenmiş” ülke ekonomisinde, maalesef, “ikili para” yaklaşım ve uygulamaları kendisine yer etmiştir.  Gelişmiş ekonomilerde “kısa vade” olarak tanımlanan süreler dahi olmak üzere ileriye yönelik hemen her finansal tercih ve karara; enflasyondan yakasını kurtaramayan TL’den ziyade, ağırlıkla ABD Doları cinsinden vaziyet edilmektedir. Dolarizasyon koşullarında “kur etkisi” faktöründen bağımsız ilerlemek mümkün olmayıp, enflasyon sarmalı en tahrip edici hasarını belki de yabancı para karşısındaki Türk Lirası aşınması üzerinden sergilemektedir. “Rezerv Para”nın sahibi ABD ekonomisinin seyri, global gidişatta başat rolü oynayan dinamik olmayı sürdürmektedir. Günümüz koşullarında her türlü finansal varlığın değeri, Amerikan uzun vadeli kağıtlarının faiz oranıyla çıpalanmış durumdadır. Önceki TCMB Başkanı’nın ifadesiyle “ters dolarizasyon” süreci başlamadan Türkiye ekonomisi bakımından kur kayıplarının önü alınamayacak, dünyadaki emtia fiyatlarının zamlı tahrip etkisi kademeli olarak arttırıcı/yansıtıcı rol oynayacaktır. Bu yüzden dolardaki değer artışının yanı sıra altın fiyatlarında aşağı yönlü gidiş ve emtia fiyatlarında değişkenlik gösteren, ancak daima yukarı yönlü seyreden fiyat artışlarının devam edeceğini öngörüyoruz.

“Hayatın her alanında olduğu üzere, vergi kulvarında da güncel ve geçerli uygulamalara, teknoloji ve hayatın akışına ayak uydurma mecburiyeti bulunmaktadır. Bu çerçevede, tüm değişimlere karşın güncellenmeyen, otomobil ürünü için 30 yılı aşkın bir süredir aynı minvalde uygulanagelen ÖTV, herhalde yeniden gözden geçirilmelidir.”

Dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler yönünden vergi gelirlerinin dağılımı ile ülkemizdeki durumu karşılaştırabilir misiniz? Ne gibi düzenlemelere ihtiyaç var?

Vergi yönetim ve yaklaşımları söz konusu olduğunda gözetilmesi gereken temel prensiplerden biri toplam kompozisyon içerisinde dolaylı verginin, oransal olarak, doğrudan vergi kaleminin altında bir düzeyde gerçekleştirilmesinin zemin ve önceliğinin hazırlanmasıdır. Aksi durumda, vergi adaletinin sağlanması bakımından olumsuz tablolar ortaya çıkacaktır. İlaveten, vergi anlayış ve uygulamalarında; “sadelik-yalınlık” prensibi çerçevesinde, örneğin, “verginin, vergili değer üzerine hesaplanması” gibi bu ilkeyi zayıflatıcı uygulamaların önü açılmış olacaktır. Satınalma-tüketime dayalı yüksek oranlı vergi uygulamalarının fiyatlarda pahalılık etkisi yaratarak vatandaşların ürün ve hizmetlere ulaşımını güçleştirici bir etki doğurabileceği dikkate alınmalıdır. Hayatın her alanında olduğu üzere, vergi kulvarında da güncel ve geçerli uygulamalara, teknoloji ve hayatın akışına ayak uydurma mecburiyeti bulunmaktadır. Bu çerçevede, tüm değişimlere karşın güncellenmeyen, otomobil ürünü için 30 yılı aşkın bir süredir aynı minvalde uygulanagelen ÖTV, herhalde yeniden gözden geçirilmelidir.

“Türkiye Avrupa’ya yönelik önemli bir tedarik kaynağı olmayı sürdürecektir”

Halen Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı konumundaki Avrupa Birliği ülkelerindeki gelişmeleri değerlendirir misiniz? Pandemi sürecinde bu ilişkiler hangi düzeyde seyretti?

Avrupa Birliği pazarı, genel görünüm bakımından, “Yaşlanmış, tüketim iştahını büyük ölçüde kaybetmiş, katatonik görünüme yakın duran” bir yapı sergilemektedir. Bu genel görünüm çerçevesinde, otomotiv kulvarı pozitif ayrışan, söz konusu anafora kapılmayan bir performans düzeyini yakalamaktadır. Pandemi döneminde, otomotiv sektörü dahil olmak üzere Türkiye endüstrisi, tüm kısıtlama ve tedarik zorluklarına karşın imalatı sürdürme feragat ve fedakarlığını göstermiştir. Bu başarısı ile, ülkenin otomotiv başta olmak, üzere “zor zamanlarda ihracata mal hazırlama kapasite ve yeteneği” kuvvetle teyit edilmiştir. 2021’in ilk beş ayında 12 milyar doları aşan toplam otomotiv ihracat rakamına ulaşan Türkiye otomotiv sektörünün yıl sonu için ön görülen 30 milyar dolar hedefine yakın durduğu gözlenmektedir. 2021’de toparlanma sinyallerinin geldiği Avrupa pazarı için hedeflenen araç üretim adetinin 15 milyon olduğu göz önüne alındığında, Türkiye’nin rekabetçi gücünü kanıtladığı ürün gamında Avrupa’ya yönelik önemli bir tedarik kaynağı olmayı sürdüreceği öngörülmektedir. Yarı iletken çip başta olmak üzere, yaşanan tedarik sıkıntılarının, yeni yaklaşım ve edinilen deneyimler ışığında yeniden ele alınacağını düşünüyoruz. Bu cümleden olmak üzere, JIT (Just- In- Time) yaklaşımının, yerini büyük oranda, FORO (Fear of Running Out) gibi modellere bırakacağını öngörüyoruz. Yıl sonuna kadar üretilmesi öngörülen bir milyonu aşkın aracın, en az dörtte birinin ihracat kulvarına yönlendirileceği ve başta Avrupa pazarını besleyeceği düşünülebilir.

 “Motorlu araç pazarı yüksek büyüme potansiyeli taşıyor”

Otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisine olan katkısı hakkında ne düşüyorsunuz?

Türkiye ekonomisinin büyümesi ve cari dengenin sağlanması açısından, iç talep ve ihracat dinamiklerinin üstlendikleri katkı ve rol ortadadır. Dışsatım kulvarında sektörün senelerdir üstlendiği lokomotif rol göz önüne alındığında, bilhassa, özellikli bazı ürün gamında otomotiv sektörünün sağladığı katkılar kayıtlıdır. Nitekim, sadece geçen yılın büyüme kompozisyonu içerisinde hanehalkı harcamaları bütününde otomobil satışlarının doğrudan ve dolaylı (krediler yolu ile finans kesimi vb.) katkıları yüksektir. Normalleşme yolunda, tüm ekonomilerin önünde koşacağı ön görülen Türkiye ekonomisinin bu dinamizminde, sektörün üstlendiği rol, adeta bir çarpan etkisi ile pozitif katma değer tablosunu öne çıkaracaktır.

Ülkemiz dünya motorlu araç üretiminde 14. sırada yer alırken, en büyük dış ticaret partnerimiz Avrupa göz önüne alındığında büyük motorlu araç üretiminde dördüncü; büyük ticari araç kulvarında ikinci sıradayız. Dünya motorlu araçlar pazarındaki payımız yüzde 1 civarında seyrediyor. Ülkemizde her bin kişiye düşen motorlu araç sayısının Avrupa Birliği’ndeki benzer orana göre üçte bir düzeyinde düşük olduğu göz önüne alındığında, büyüme potansiyeli yüksek bir pazar ikliminden bahsetmek mümkündür. Geçişli zümre toplumu karakteristikleri ağır basan ülkemizde, öteden beri “otomobil sahipliği” bir yaşam kalitesi ve sosyal statü sembolü olarak değerlendirilmektedir.

“Daha rasyonel tüketim davranışı için zaman ihtiyaç var”

Otomotiv sektöründeki güncel tüketim davranışlarına dair görüşlerinizi alabilir miyiz?

Son dört yılda otomobil fiyatlarının yüzde 200’ün üzerinde yükselmesi ve pandemi koşullarının tetiklediği “Nedret Ekonomisi” andacında ürünün, adeta bir “yatırım aracı” olarak algılanması faktörü de ayrıca devreye girmiştir. Genel-geçer bir deyimle; “doların ve altının yanına, bir de otomobilin park ettiği” bir konjonktürü yaşamaktayız. Teknik anlamda “daha rasyonel bir otomobil tüketim davranışı” ile karşılaşmak için bir müddet beklenileceği anlaşılmaktadır. Bu değerlendirme sektörel iniş-çıkışların önümüzdeki dönemde devam edeceğine dair kuvvetli bir işaret vermektedir.


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next