IMF Türkiye Daimi Temsilcisi Srikant Seshadri'nin Türkiye Ekonomisine Dair Değerlendirmeleri Ana Sayfa > Seçtiğiniz Site Kısmı > 

IMF Türkiye Daimi Temsilcisi Srikant Seshadri: Türkiye hedeflerine ulaşmak istiyorsa değişime uyum sağlamalı

Uluslararası Para Fonu (IMF), uluslararası ekonomik işbirliğine bir çerçeve oluşturmak amacıyla 1945’te kuruldu. Kuruluş dünya çapında 188 üye ülkesiyle, küresel istikrarın sağlanması ve korunmasına yönelik çalışıyor. Ekonomik gelişmeleri ODD Dergi için değerlendiren IMF Türkiye Daimi Temsilcisi Srikant Seshadri, Türkiye’nin küresel ekonomide çok önemli bir yer teşkil ettiğini, bununla birlikte ekonomik başarı çizgisinin devamı için değişen koşullara uyum sağlaması gerektiğini söylüyor.

IMF’nin dünya ekonomisindeki önemli rolü göz önüne alındığında, lütfen okurlarımızla IMF’nin görevleri ve uzmanlık alanı konusundaki görüşlerinizi paylaşır mısınız?  

IMF, 2. Dünya Savaşından sonra uluslararası ekonomik işbirliğine yönelik bir çerçeveyi tesis ve muhafaza etmek için kuruldu. IMF’nin temel amacı ülkelerarası ekonomik ve finansal ilişkilerin istikrarını temin etmek suretiyle dünya genelinde daha fazla refah ve barışa katkı sağlamaktır. Küresel istikrarı sağlamak ve muhafaza etmek bizim birincil amacımız ve bizler istikrarı etkileyebilecek tüm makroekonomik ve finansal meseleleri takiple görevliyiz. Genel inanışın aksine, IMF özel bir kuruluş değildir. IMF hesap vermekle yükümlü olduğu 188 üye ülkenin hükümetlerinin müştereken sahip olduğu ve yönettiği bir kuruluştur. IMF, kaynaklarını tüm dünyadan temin etmektedir. 188 üye ülke temsilcileri, kuruluşun tüm önemli aktivelerinin ve politikalarının oylandığı IMF İcra Kurulunu oluşturmaktadır. Önemli bir yükselen ekonomi olarak, Türkiye IMF’nin önemli bir üyesidir ve şu anda IMF İcra Kurulu’nda temsil edilmektedir.     

IMF işini üç ayrı yoldan yapmaktadır: Birincisi, ülkelerin ekonomik durumlarını analiz etmek ve anlamaya yönelik olarak tüm üye ülkelerle etkileşim ve katılımda bulunarak ekonomik politikaları hakkında öneri ve tavsiyelerde bulunarak. İkincisi üye ülkelerin geniş bir yelpazeye yayılan mali, parasal, finansal ve istatistiki konularda teknik ve beşeri kapasitelerini inşaya yönelik yardımcı olarak. Üçüncüsü uluslararası ödemelerini karşılamakta güçlükler yaşayabilecek üye ülkelere geçici olarak finansal kaynakları borç vererek. Ana fikir, tüm dünya ülkelerinin ortak paylaşımına açık ve zor zamanlarda herhangi bir üye ülkeye yardım sağlayacak finansal kaynak havuzu oluşturmak için bir araya gelmesini sağlamak. 

AB ekonomileri toparlanıyor

Son yıllarda meydana gelen önemli gelişmelerin dünya ekonomisi üzerindeki etkisi göz önüne alındığında, küresel ve AB ülkelerinin ekonomilerini 2015 yılındaki büyüme, istihdam, ihracat ve cari işlemler açığı açısından nasıl değerlendirirsiniz?  

2015 yılında yüzde 3,1 oranında olduğunu tahmin ettiğimiz küresel ekonomik büyüme göreli olarak düşük kaldı. Bu 2008 yılındaki küresel kriz öncesinde dünya genelinde görülen büyüme oranlarının altında bir rakam. Kriz sonrası ekonomik toparlanma hem yavaş seyretti hem de gelişmiş, yükselen ve gelişmekte olan ülkeler arasında farklılıklar gösterdi. 2013 yılından beri küresel ticaret hacimleri düşmeye devam etti ve buna paralel olarak ihracat hacimleri düştü. Son sekiz yılda, düşük küresel büyüme ortamı, yavaşlayan ticaret ve aynı zamanda teknolojik gelişiminden oluşan bileşimin sonucu olarak birçok ülkeyi işsizlikte, özellikle genç işsizliğinde artışla karşı karşıya getirdi.      

Özellikle 2009-2011 arasında zor bir dönem geçiren AB ekonomileri genel olarak ekonomik olarak toparlanmaya başladılar ancak bu toparlanma tedrici bir seyir izliyor. Euro alanı ekonomilerinde 2015 yılında büyümenin yüzde 1,5 oranında olduğu tahmin ediliyor. Bu oran 2014 yılındaki yüzde 0,9 oranındaki büyümeden sonra cesaret verici bir artış. Almanya ekonomisi son yıllarda özellikle yükselen ekonomilere yaptığı ihracat ile iyi bir ihracat performansı gösterdi. Ancak, diğer Avrupa ekonomilerinin ihracat performansı daha karışık bir görünüm arz etti.  

AB ülkelerindeki ekonomik toparlanmayı nasıl görüyorsunuz? Sizce büyüme faiz oranı indirimleri ve büyük çaplı likidite enjeksiyonları ile iyileşme gösterir mi? 

Şu anda 2016 yılında Euro bölgesi ekonomilerinde büyümenin artmaya devam etmesini ve 2016 yılında yüzde 1,7 olmasını bekliyoruz. Avrupa Merkez Bankası’nın, önemli miktarda likiditenin enjeksiyonu ile sonuçlanan Nicel Gevşeme politikası güveni ve kredi verme şartlarında gevşemeyi sağlamada işe yaradı. Düşük petrol fiyatları ve zayıflayan Euro da bu ekonomilere yardımcı oldu. Ancak para politikası tek başına uzun dönemli büyümeyi sağlamada yetersiz. Genel olarak konuşmak gerekirse, Avrupa’nın büyümeyi ve istihdamı artırmak için yapısal reformlara ihtiyacı var ve finansal sektörde zayıf bilançolardan kaynaklanan baskıları azaltmaya yönelik daha da çalışması gerekiyor.  

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ilişkin beklentileriniz nelerdir?

2016 yılında tüm dünya için göreli olarak düşük olan yüzde 3,4 ‘lük bir büyüme beklemeye devam ediyoruz. Bu 2015 yılına nispetle sadece düşük bir iyileşmeyi ifade ediyor. Bunun bir nedeni yükselen ve gelişmekte olan ekonomiler benzer zorluklarla karşı karşıya olmalarından kaynaklanıyor. Birçok yükselen ve gelişmekte olan ekonomiler emtia ihraç fiyatlarında keskin düşüşlerle karşılaşıyor. Çin, bir emtia ihracatçısı olmakla birlikte, ihracat ağırlıklı bir ekonomiden daha çok tüketim ağırlıklı bir ekonomiye geçişin zorluklarını yönetmek zorunda. Çin ekonomisindeki beklenmedik bir yavaşlama birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ekonominin performansını etkiler. Eğer ABD’deki faiz oranları artarsa birçok diğer yükselen ekonomi daha zorlu küresel finansal şartlarla karşı karşıya kalır. Kısa vadede yükselen ekonomilere yönelik bu zorluklar küresel büyümeyi de yavaşlatıyor. Yükselen ve gelişmekte olan ekonomiler 2009 sonrası küresel büyümenin yüzde 80’ini sağladılar ve küresel GSMH’nın yüzde 60’ını oluşturuyorlar. Dolayısıyla, bu ekonomiler zorluklarla karşılaşınca küresel ekonomi de zorluklar yaşıyor.   

Türkiye yükselen ekonominin hayranlığını kazandı

Türkiye ekonomisini ve küresel ekonomideki pozisyonunu nasıl görüyorsunuz? Türkiye’nin temel ekonomik problemleri nelerdir? Bu problemlere yönelik olarak hangi tedbirler alınmalı? 

Bir G-20 ekonomisi olarak, merkezi konumu ve genç ve girişimci nüfusuyla Türkiye küresel ekonomide çok önemli bir yer teşkil ediyor. Geçtiğimiz on yılda gösterdiği ekonomik dönüşüm, Türkiye’yi birçok gelişmiş ve yükselen ekonomi için hayranlık odağı haline getirdi. Ancak küresel şartlar değişiyor ve ekonomik başarı çizgisinin devamı ve hedeflerine tamamıyla ulaşması için, Türkiye’nin değişen koşullara uyum sağlaması gerekiyor.

Türkiye uzun vadede iki temel meseleyle karşı karşıya: Birincisi potansiyel büyüme oranını yükseltmek ve daha yatırım ve ihracat yönelimli bir ekonomi haline gelmek. İkincisi, dışsal dengesizliklerini tasarruflarını artırarak azaltmak ve ekonomik performansını yabancı sermayeye daha az bağımlı hale getirmek.

Genel anlamda odaklanılması gereken temel alanlar şunları içeriyor:

  • Yurt içi tasarrufları ve yatırımları artırmak,
  • İşgücü piyasalarını daha esnek hale getirmek ve işgücüne katılım oranını özellikle kadınlar arasında artırmak,
  • Uluslararası ticaret ortakları ve ihraç ürünleri sepetini çeşitlendirmek,
  • İş yapma kolaylığını ve yatırım ortamını iyileştirmek,
  • Eğitim sisteminin geliştirilmesine yönelik çabaları özellikle bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında artırmak,
  • Türk firmaları ve yüksek eğitim kurumlarının Araştırma ve Geliştirme faaliyetlerinin objektif bilimsel kriterler esas alınarak desteklenmesi,
  • Enerji arzı darboğazlarının ekonominin artan ihtiyaçlarına paralel azaltılması,
  • Yurt içi finansal piyasaların derinleştirilmesi ve uzun vadeli sermaye temin kapasitesinin geliştirilmesi,
  • Vergi tabanının genişletilmesi, dolaylı ve tüketime dayalı vergilere olan bağımlılığın azaltılması suretiyle vergi sisteminin yeniden yönlendirilmesi.

Bu alanların her biri burada sayamayacak kadar çok sayıda ve dikkatlice tasarlanmış yapısal ve makroekonomik politika adımlarını gerektiriyor. Hükümetin kalkınma planları ve reform ajandası üzerinde yoğunlaşılması gereken temel alanları isabetle tespit etmiş durumda. Önemli nokta artık bu planların tümüyle uygulanmasını sağlamak. Değişim bazen toplumun bazı kesimleri için zor olabilir ancak bir yandan bu toplum kesimlerinin uyum sağlamasına destek olurken bir yandan da ilerlemeye yönelik harekete geçmek arasında bir denge kurulması gerekiyor. 

Ekonomik politika ve reformlar konusunda değinmek istediğim son nokta da şu ki özellikle potansiyel büyümeyi artıracak yapısal politikaların sonuç vermesi zaman alacağı için bir miktar sabır gösterilmesi gerekiyor. Diğer yandan, dünya hızla değişiyor ve dolayısıyla dışsal dengesizliklere ilişkin riskler hızla gerçekleşebilir. Bu itibarla, kısa vadede dışsal dengesizlikleri düşürmeye yönelik çabalara yoğunlaşmasının ve daha yüksek potansiyel büyümeyi sağlayacak uzun vadeli tohumların ise zeminini hazırlamanın ihtiyatlı bir yaklaşım olacağı görüşünü taşıyoruz.  

İç talebi uyarmak dikkatli verilmesi gereken bir karar

Sizce iç talebi uyarmak gerekli midir? İç talebi artırmak için hangi teşvikler uygulanmalıdır? 

Bu soruya cevabım şu ki söylediğiniz ekonominin içinde bulunduğu şartlara bağlı. Eğer ekonomi kapasitesinin çok altında bir seviyede çalıştığı bir konuma sıkışmışsa, diğer bir deyişle kayda değer bir “çıktı açığının”  olduğu şartlar mevcutsa, o zaman talebin uyarılması gözönüne alınabilir. Fakat eğer içsel üretim kapasitesine yakın, yaklaşmakta veya bu seviyenin üzerine çıkmışsa talebin uyarılması muhtemelen enflasyonun yükselmesi, ithalatın artması ve diğer değişkenlerin aynı kalması durumunda dış açıkların artmasıyla sonuçlanır.   

Dolayısıyla politika yapıcıların iki ayrı durumu gözönüne alarak çok dikkatli karar vermeleri gerekiyor: Birincisi, ekonomi kapasitesinin kayda değer ölçüde altında mı ve özel sektörün ivmesi ekonomiyi doğal yollardan tam kapasitesine taşır mı? İkincisi, eğer talebi uyarmanın çok değerli, dikkatle ve titizlikle kullanılması gereken bir cephane olduğunu düşünüyorsanız, kullanılacak ekonomik uyaran şimdi mi verilmeli yoksa ekonominin buna daha fazla ihtiyaç duyacağı daha sonraki bir evreye kadar beklenmeli mi?   

Eğer bu değerlendirmelerden sonra talebi uyarmanın gerekli olduğu yönünde bir karar verilirse, o zaman bunu hangi araçlarla dikkatlice yapmanın uygun olacağını düşünmek de önemlidir. Bu, vergi indirimleri yada harcama artışları yoluyla mı yoksa gelir politikaları ya da faiz oranları yoluyla mı yapılmalı? Bu ise iç talebin hangi unsurlarının zayıf olduğuna bağlı. Özel tüketim mi? Özel yatırımlar mı? Ya da kamu altyapısını inşa ya da modernize etmek için kuvvetli bir ihtiyaç var mı? Kullanılacak araçların seçimi bu sorulara verilecek cevaplara bağlı olacaktır.     

Varsayıma dayalı bir örnek vermek gerekirse, tüketimin çok kuvvetli olduğu ancak özel yatırımların zayıf olduğu bir ekonomide tüketimi daha da artırmaya yönelik politikalar büyümede dengesiz ve geçici etkiler yaratabilir. Dolayısıyla, özet olarak, sorunuz komplike bir soru ve yanıt da çok dikkatle analiz edilmesi gereken şartlara derinden bağlı.   

Ulaştırma günlük hayatın merkezinde yer alıyor

Otomotiv sanayinin ülke ekonomisindeki yerini nasıl görüyorsunuz?

Otomotiv sanayi günümüzde dünya ekonomilerinin merkezinde yer alıyor. Bunun neden böyle olduğunu anlamak zor değil. Zira ulaştırma gündelik hayatın merkezinde yer alıyor. Arabalar veya diğer taşıtlar olsun otomobillere, bizi işimize götürmeleri, malları taşımaları ve hatta arkadaşlarımız ve ailelerimizle unutulmayacak tatillere götürmeleri için bağımlıyız. Otomobillerin dokunmadığı bir hayat unsuru yok. Otomobillerin ilk olarak yaygın kullanılmaya başladığı yıllarda gençliklerini yaşayan aile büyükleriyle konuşma fırsatı yakalayacak kadar şanslı olanlarımız otomobilin ne denli moderni temsil ettiği konusunda çok iyi fikir sahibidirler. Bu, kullanılan otomobiller değişse dahi, 100 yıldır değişmedi.    

Diğer bir açıdan bakılırsa, otomotiv sektörü ülkelerin imalat sanayinde önemli bir paya sahipler. Otomobil imalatı sanayide yeniliğin merkezinde yer alıyor ve ülke vatandaşlarına güzel ve iyi ücretli işler sağlıyor. Çevresel ve iklim değişikliklerinden endişelendiğimiz günümüz çağında, bizi yakıt verimliliğinde daha yüksek standartlara ulaştırmada ve alternatif yakıt ve enerji kaynakları bulmada otomotiv sanayine görev düşüyor. Otomotiv sanayinde başlayan teknolojik ilerlemeler bize başka alanlarda çok daha geniş uygulama imkanları sunabilir.

Dolayısıyla, sanırım şunu söylemek yanlış olmaz: bir ülkenin otomobil sektörünün sağlığı, sıklıkla ekonominin sağlığına ilişkin daha geniş değişkenler için gösterge olarak görülebilir.  


Lütfen Tüm Üyelerimiz için Tıklayınız >




prev
next