“Türkiye ekonomisinin orta ve uzun vadedeki en mâkul pazarı Avrupa”
Resmi müzakerelerin başladığı 2005’ten bu yana Türkiye’nin her zaman gündeminde olmayı sürdüren AB süreci, özellikle AB ülkelerine ihracat yapan sektörler için büyük önem taşıyor. Türkiye’nin Ortadoğu politikası, AB’deki Euro krizi gibi pek çok siyasi engellerle karşılaşan AB üyeliğinin geleceği, merak konusu olmaya devam ediyor. Türkiye ekonomisinin orta ve uzun vadedeki en mâkul pazarının Avrupa olduğunu, diğer coğrafyaların satın alma gücü, siyasi istikrar, uzaklık ve ürün standartları açısından sürdürülebilir olmadığını söyleyen İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı Cengiz Aktar, Türkiye’nin AB ile olan ilişkisini, Türkiye ve AB üyeleri gözünden değerlendirdi.
Türkiye, AB ile müzakerelerin başladığı dönemden bugüne kadar hangi aşamalardan geçti?
Resmî anlamda müzakereler 3 Ekim 2005’te başladı ve başka hiçbir adayın tecrübe etmediği kadar zorlu geçti, halen de geçmeye devam ediyor. 9 yıl sonra gelinen noktada müzakere edilen 35 faslın sadece 14’ü müzakereye açılabildi. Türkiye müzakerelere fiilen başlayabilmek için AB tarafına iki taahhütte bulunmuştu. İlki yeni ceza yasasının yürürlüğe girmesi, ikincisi Gümrük Birliği’ni AB’nin 10 yeni üye ülkesine de uygulanacağını belirten ek protokolü imzalamak ve daha ileri bir tarihte onaylamaktı. 2005 içinde bu iki taahhüt yerine getirildi ve müzakereler bu sayede başladı. Ancak müzakerelerin fiilen başlamasının ardından Türkiye, ek protokolün onay sürecini Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini tanımıyor olmasını ve KKTC üzerindeki izolasyonların sürmesini öne sürerek TBMM’de gerçekleştirmedi. Bunun üzerine 11 Aralık 2006’da AB Dışişleri Bakanlarından oluşan Genel İşler Konseyi toplantısında ek protokole ilişkin taahhütlerini yerine getirene kadar Gümrük Birliği’ni ilgilendiren 8 müzakere faslının açılmayacağı ve hiçbir faslın geçici olarak dahi kapatılmayacağı kararlaştırıldı. 15 Aralık 2006’da yapılan Brüksel Zirvesi’nde de Genel İşler Konseyi’nde alınan karar, hükümet ve devlet başkanları tarafından kabul edildi. Böylece ek protokolün onaylanması ve uygulanması bu fasılların açılış kriteri haline geldi, Türkiye’nin halen içinde bulunduğu müzakerelerde duraklama sürecine de girilmiş oldu.
“17 faslın müzakereye açılmasının önünde siyasi engeller bulunuyor”
Hangi fasıllar gündemdeydi?
Bahse konu 8 fasıl şunlardı: Malların Serbest Dolaşımı, İş Kurma Hakkı ve Hizmet Sunma Serbestîsi, Mali Hizmetler, Tarım ve Kırsal Kalkınma, Balıkçılık Politikası, Taşımacılık Politikası, Gümrük Birliği ve Dış İlişkiler. Kıbrıs bağlantılı olarak açılması bloke edilen 8 fasla ilaveten Fransa’da 2007 ilkbaharında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Nicolas Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan politikasını uygulamaya koyarak 5 müzakere faslının kendisi yönetimde olduğu sürece açılmayacağını, Türkiye’ye resmen bildirdi. İçerikleri tam üyelikle ilgili olan bu fasıllar şunlardı: Tarım ve Kırsal Kalkınma, Ekonomik ve Parasal Politika, Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu, Mali ve Bütçesel Hükümler ile Kurumlar. 2012’de Fransa Cumhurbaşkanlığı’na seçilen François Hollande selefinin aldığı kararda revizyona gitti ve 5 fasıldan birinin müzakereye açılmasına onay verdi. Bu fasıl geçen yıl açılan Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu. 2009 sonunda, ek protokolün onayının gerçekleşip gerçekleşmediğini gözden geçiren AB Konseyi toplantısı sonucunda, 2006 sonunda açılması bloke edilen 8 faslın durumu teyit edildi ancak Kıbrıs Cumhuriyeti yaptığı tek taraflı açıklamayla ilaveten 6 faslı daha bloke edeceğini belirtti.
Müzakerelerde bugün geldiğimiz nokta nedir?
2014 ortası itibariyle Tarım ve Kırsal Kalkınma faslının her iki şıkta da bloke edildiğini göz önünde bulundurarak resmen 11 fasıl, gayrıresmî olarak da 6 fasıl olmak üzere toplam 17 faslın müzakereye açılmasının önünde siyasi engeller bulunuyor.
AB ve Türkiye gözünden AB üyeliği
Hükümetin ve Türk halkının gözünden “AB üyeliğini” nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle krizle birlikte AB’ye karşı bir güvensizlik duygusu yaşanıyor mu?
Müzakerelerdeki tıkanıklıklara ilâveten Avrupa bölgesinde yaşanan ekonomik kriz ve daralma, kalkınmakta olan bir ülke olan Türkiye açısından, her ne kadar hatalı bir algı olsa da, AB’nin cazibesini artırır nitelikte değil. Ama esas sorun başta Fransa olmak üzere bazı batı Avrupalı AB üyelerinin, vatandaş üzerinde yarattığı derin güvensizlik duygusudur.
Konuya AB ülkeleri tarafından baktığımızda nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz? AB ülkelerinin gözünden Türkiye’yi değerlendirebilir misiniz?
AB ülkeleri karar vericileri bir yanda doymamış bir pazar olan Türkiye ekonomisinin cazibesinin farkında diğer yanda Türkiye gibi büyük ve farklı bir ülkenin üyeliğini bir yere oturtamıyorlar. Son tahlilde Türkiye’nin farklı dininin çifte standart konusunda belirleyici olduğu kanaatindeyim. Avrupa belki bir gün bunu aşacak, ama hemen değil.
“Sivil toplum, ülkenin çıkarının AB’de olduğunu gördü”
AB konusunda ne kadar bilinçliyiz? Türkiye-AB sürecinde, halkın desteğini artırmak için sizce ne gibi adımlar atılabilir? Nasıl bir ortak dil kurulabilir?
Türkiye’de hükümetler hiçbir zaman AB’yi sahiplendirecek, özendirecek uzun vadeli bir çalışmada bulunmadı, ne yaptıysa sivil toplum yaptı. Son derece tehlikeli bir özgüven patlaması yaşayan hükümetin böyle bir çabada bulunacağını hiç beklemiyorum. Ülkenin çıkarının AB’de olduğunu gören sivil toplum katmanları ise bu konuda çok daha etkin olabilirler. Sektörel bazda yapılacak farkındalık çalışmaları, bugüne kadar AB ile olan ilişkinin neler getirdiği bilgisi sayesinde çok faydalı olacak.
Türkiye’nin AB ile üyeliğinin gerçekleşmesinin ticari, siyasi, ekonomik, insan hakları vb açılardan sağlayacağı olanaklar neler olacak?
Bu konuda yapılmış ciddi çalışmalara referans verebilirim: İktisadi Kalkınma Vakfı, AB’nin getirileri konusunda pekçok rakamsal çalışma yaptı. Herkesin okumasında fayda var. Genel bir gözlem yapmak gerekirse, Türkiye ekonomisinin orta ve uzun vadedeki en mâkul pazarı Avrupa. Diğer coğrafyalar, satınalma gücü, siyasî istikrar, öngörülebilirlik, uzaklık ve ürün standartları açısından sürdürülebilir değil.
Son birkaç yılın ilerleme raporlarını göz önüne aldığınızda, bundan sonraki süreçte Türkiye’yi hangi gelişmelerin beklediğini söyleyebilirsiniz?
2006’nın Ekim ayında yazdığım bir makalede Türkiye’nin önündeki en mâkul katılım yılının 2023 olduğunu ve hükümetin bu tarihi AB tarafına telaffuz ettirmek için çalışması gerektiğini dile getirmiştim. O vakitler pek çok dostum 2023’ün çok geç olduğunu söylemiş ve öneriyi ciddiye almamıştı. Şimdi pek çoğu benim çizgime geldi ama bu arada ilişki çok yavaşladı. Artık 2023 bile olası değil, daha ilerilere bakmak lazım.
Otomotiv sektörü ve AB
Otomotiv sektörü hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sizce Türkiye’nin AB üyeliğinin, Türkiye otomotiv piyasasına katkıları neler olacak?
Türkiye’de otomotiv sektörü, AB ile en derin ilişkimiz olan Gümrük Birliği’ne girme çalışmaları 1993’te başladığında, bu ilişkiye şiddetle karşı çıkan bir sektördü. Zamanın Tansu Çiller hükümetine karşı gazetelere verdikleri “öleceğiz, biteceğiz” ilanlarını iyi hatırlarım. Daha sonra bu sektör, beyaz eşyacılarla birlikte AB standartlarını ve AB pazarını en iyi kullanan sektör oldu. Türkiye’nin AB konusunda içinde bulunduğu bilgi eksikliğine iyi örnektir. Bugün AB’nin üretici firmaları ne Türkiye’deki fabrikalarından ne de Türkiye pazarından vazgeçebilirler. Bu ilişki derinleşerek ilerleyecek.
Cengiz Aktar kimdir ?
Profesyonel hayatının 22 yılını geçirdiği Birleşmiş Milletler Örgütü’nden direktör emekli olan Cengiz Aktar, Türkiye’nin Avrupa Birliği entegrasyonunun önde gelen destekçilerinden. 1999’da İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti adaylığı için arkadaşlarıyla sivil bir girişim başlattı, 2010’da İstanbul bu unvanı kazandı. Ayrıca AB ile müzakereleri başlatmak için gerekli siyasi reformları hızlandırmak adına yasama erkini etkilemeyi hedefleyen, Avrupa Hareketi 2002 (European Movement 2002) isimli başka bir girişimin de öncülerinden. Aktar, AB genişleme ve bölge politikalarına ilaveten Türkiye’de etnik ve dini azınlıklara yönelik bellek politikaları, ademi merkeziyet politikaları ve ekoloji politikaları üzerine çalışıyor. BM’de çalıştığı dönemde Aktar, üniversitelerde seminerler verdi, AB yetkilileri ile özellikle de European Community Humanitarian Office ve Directorate-General of Justice, Freedom and Security ile ortak çalışmalarda bulundu. 1999’dan bu yana farklı AB politikaları üzerine üniversitelerde, çeşitli dersler verdi. Taraf ve Today’s Zaman gazetelerinde köşe yazarlığına devam ediyor. Ayrıca 1999’dan beri Açık Radyo’da AB ile ilgili gelişmeler üzerine yorum yapıyor.